Bir süre birbirimiz ile bakışıp, inanılmaz derecede garipleşen ortama ayak uyduruyoruz.
Ne diyeceğimi veya ne yapacağımı bilmiyorum. Yapabildiğim tek şey, saçımı hafifçe kaşıyarak gözlerimi kaçırmak oluyor.
"Şey.. Ben, düğüne gidiyordum.."
Nino önce Cemil'e daha sonra da bana bakıyor.
"Ailem beni bekliyor," diyerek hızlı adımlar ile yanımızdan ayrıldığı zaman daha da geriliyorum. Bu durumu yaratıp öyle çabucak ortadan kaybolamaz.
Cemil ile göz göze geldiğimizde hemen gözlerimi kaçırıyorum.
"Cemil, düğmelerin.." diyorum zaten dipte olan durumu iyice batırarak.
Önce ne dediğimi anlamıyor, sonra da gömleğine bakıp ters iliklediği düğmelerini düzeltiyor.
"Çok yanlış bir zamanda geldin Selin.."
"Evet farkındayım.."
"Hayır, öyle değil, yanlış anladın."
Elimi kaldırıp, cümlesini bitirmesine engel oluyorum.
"Cemil inan bana şuan ben de senin kadar rahatsızım bu konuşmadan.. Garip ve zamansız bir karşılaşma oldu, tamam.."
"Hayır, demek istediği-"
"Bana açıklama yapmak zorunda değilsin."
Sesimdeki ağır ton, gereksiz yere uzayan konunun kapanmasını sağlıyor.
"Peki o zaman," diyor. Bunu söylerken yüzünün düşmüş olması beni sinirlendiriyor.
"Sadece birine anlatmazsan.."
Bunu söylemesi beni sinirlendiriyor. Ama konuyu en hızlı şekilde kapatmak istiyorum.
"Anlatmam."
Ciddi bir şekilde kafa sallıyor. Bir şey demeden yolun orta yerinde duruyoruz bir süre.
"Düğüne gidiyordun.."
Sesi ile birlikte kapılmaya başladığım düşüncelerimden hemen sıyrılıyorum.
"Şey, evet gideyim ben."
Yüzüne bakmadan birkaç adım atıyorum.
"Selin!"
Arkamı dönüyorum.
"Evet?"
Eli ile diğer tarafı gösteriyor.
"Düğün bu tarafta."
Sırıtıyorum.
"He, bir an şaşırdım.."
Yönümü değiştirip, karşı tarafa doğru tekinsiz ama hızlı adımlar atıyorum.
Köyün meydanındaki düğün yerine geldiğimde, midemde bir kasılma hissediyorum. Burada ne işim var?
Eğlenen insanları uzaktan seyrediyorum.. Ayşe, yanındaki kızın kulağına eğilip, gürültülü müziğe rağmen sohbet etmeye çalışıyor.
Nino'nun da onların yanına oturduğunu görüyorum. Annesine bir şeyler söylüyor. Belli ki geç kalışına bir bahane uyduruyor.
Dudağımı kemiriyorum. Bu ortamda işim yok ki benim.. En başından gelmeyi düşünmemem gerekiyordu.
Eve gitmek için arkamı döndüğüm zaman, sert bir şeye çarpıyorum.
İyice sersem olan beynim, birkaç saniye işlevini yitiriyor.
"Ah kusura bakma ya seslenmedim sana da.."
Bakışlarımı kaldırıyorum ve karşımda bana çarptığı için endişeli duran Mehmet'i buluyorum.
"Neden yanlarına gitmiyorsun?" diye soruyor bana hemen.
Omuz silkiyorum.
"Pek iyi hissetmiyorum. Burası çok gürültülü.."
Bunu söylerken bir yandan da elimi şakaklarımda gezdiriyorum.
Mehmet bir arkamdaki düğün alanına bir de bana bakıyor.
"Çok sakin bir yer biliyorum, tüm köyün manzarasına bakan bir yer.. İstersen seni oraya götüreyim?"
Bunu yıllarca hapishanede yatıp tahliye olmuş bir ırz düşmanı gibi söylemesi beni korkutuyor.
'Hayır' cevabını vermek için ağzımı açtığım zaman onun omzunun üzerinden bizi fark eden Cemil'i görüyorum. Ne yapacağımızı merak ediyormuş gibi, bizi izliyor. Ona bakmayı kesip hemen Mehmet'e dönüyorum.
"Nerde ki bu yer?" diyorum saçlarımı geriye attığımda.
Mehmet gülümsüyor.
"Orası sürpriz."
Dudaklarımı gerip zoraki bir şekilde gülümsüyorum.
"Tamam gidelim.."
Bunu neden yaptığımı bile bilmiyorum.
Mehmet'in yüzünde kendinden emin bir ifade beliriyor. Peşine takılıp onunla yürümeye başlıyorum. Arkamızda bıraktığımız Cemil'e bir kez bile dönüp bakmıyorum.
Mehmet, araba ile gitmeyi önerse de yürüme mesafesinde olduğunu öğrendiğim zaman yürümeyi tercih ediyorum. Biraz hava alıp, kafamı boşaltmam lazım çünkü..
Kendimi inanılmaz derecede suçlu ve basit hissediyorum. Bugün, Cemil ile birlikteyken içimde uyanan saçma sapan duyguları hatırladıkça kendimden utanıyorum. Nişanlı birisi o.. Bu gece de tescillendiği üzere, bir başkasına ait.
Tamam, ona aşık olduğumu veya sevdiğimi söylemiyorum. Böyle bir şey zaten yok. Ama kısacık da olsa beklenmedik heyecanlara kapılmam ne kadar doğru?
"İşte geldik.."
Mehmet konuşana kadar değil vardığımızın, yürüdüğümüzün bile farkında olmadığımı anlıyorum. Oldukça tepede kalan bir alana çıkıyoruz. Birkaç süslü bank dışında, nerdeyse hiçbir şey yok.. Evlerin ışıkları ve meydandaki düğünün yarattığı cümbüş gece ile birleşince harika bir görüntü oluşturuyor.
Bir an için nerde olduğumu, neden buraya çıktığımı ve kimle olduğumu unutuyorum.
Gecenin en güzel saati, en özel yerindeymişim gibi hissediyorum. Daha önce defalarca yüksek bir yerden seyretmişimdir geceyi.. Ama hiçbirinde böyle hissetmedim.. Nasıl? Özgür?
Kendimi kafeste gördüğüm bu yerde, özgürlüğü hissetmenin verdiği ironiye kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırıyorum. Omzuma düşen birkaç damla ile irkiliyorum. Hafiften bir rüzgar esiyor. Gece, benim kadersizliğime mi ağlıyor?
"Hay aksi, yağmur da başladı."
Midem kasılıyor.
"Hemen gidebilir miyiz burdan?" diyorum çabucak.
Yaşadığım ani değişim Mehmet'i şaşırtıyor. Ama ona bunu açıklayamam. Yağmurdan neden tiksindiğimi anlatacağım en son insanlardan biri de, burdaki insanlardır belki de.
"Yaz yağmuru gelip geçicidir Selin endişelenme, hem yağmur güzeldir ya.. mis gib-"
Gereksiz uzunluktaki konuşmasına daha fazla maruz kalmamak için hızlı hızlı yürümeye başlıyorum. Yağmur hızlanmaya başladıkça, midemdeki iğrenç his artıyor. Derimi söküp atmak istercesine üzerimdeki damlacıkları siliyorum.
"Selin!"
Mehmet kolumdan sertçe tutuyor, kendine döndürüyor. Ani hareketiyle sarsılsam da onu hemen ittiriyorum.
"Sakin ol.. Ne oldu böyle bir şey mi yaptım?"
"B-Ben burda kalamam. Eve gitmek istiyorum."
Bunu söylerken bile yağmur iyice ıslatmaya başlıyor.
Ben yağmurun çileden çıkarıcı rahatsızlığı ile başa çıkmaya çalışırken Mehmet'in iyice bana yaklaşıyor oluşunu farkediyorum. Otomatikman tokadım yüzüne iniyor.
"Ne yapıyorsun sen? Gerizekalı!"
Herhalde benden daha farklı bir tepki görmeyi bekleyen Mehmet kısa süreli şoka uğruyor.
"Beyinsiz.." diyorum damarlarımda kan yerine öfke akmaya başlamışken.
"Özür dilerim, ben.."
"Sen - ne? Romantik olacağını mı düşündün? Sen kim oluyorsun be!"
Cevap vermiyor. Kendi kendime söylenip yanından ayrılıyorum. Beni takip etmiyor. Çıktığımız yolu hatırlamaya çalışıp, ağaçların arasından inmeye başlıyorum. Yağmur, sırılsıklam ederken gözlerim dolmaya başlıyor.
"Yağma artık.." diyorum yalvarır gibi. Koşmaya başlıyorum. Asla kaçamayacağım yağmurdan koşarak uzaklaşmaya çalışıyorum.
Gözyaşı ve yağmur görüşümü bulanıklaştırıyor ve ayağım sert bir şeye çarpıyor.
Dünyam bir anda tepetaklak oluyor, vücudumda acı veren hisler beliriyor. Aşağıya doğru yuvarlanırken bir süre sonra kendi kendime duruyorum. Yağmur, dövercesine yüzüme çarpıyor. Titreyen vücuduma, hareket ettirdiğim zaman inanılmaz bir acı veren sol bacağıma rağmen doğrulup zar zor kendimi bir ağacın dibine atıyorum. Yağmur gözyaşlarımı da beraberinde götürüyor, kafamı sertçe arkamdaki ağaca yaslıyorum.
Canım yanıyor, içim açıyor. Daha da kötüsü, yağmurdan kaçamıyorum. Beni bir kez daha ele geçiriyor. Pes ediyorum. Bir kez daha kazanamayacak kadar güçsüzüm. Yalnızım.
"Selin?"
Adımı tekrar eden sesi işittiğim zaman gözlerimi aralıyorum. Gözyaşı görüşümü bir kez daha engelliyor, karşımdaki silüeti çözemeden, sıcak bir el kolumu kavrıyor.
Karanlık bir yerde, bir ses işitiyorsunuz ve sesin sahibi aniden dibinizde beliriyor. Normal şartlar altında bunun belki de en ürkünç şeyler listesinde ilk on sırada olması gerekir. Ama duyduğum ses tam tersi bende adeta bir korunma içgüdüsü uyandırıyor.
Rüyada mıyım?
"Ne oldu sana böyle?"
Sesin sahibi ikinci kez benimle konuştuğu zaman, yapboz parçaları yerine oturuyor. Yağmurdan yüzüme yapışmış saçlarımı geriye doğru ittiren ve titreyen vücuduma destek olan sesin sahibi; en çok kaçmak istediğim kişi.
"Cemil.." diyorum yağmurun altında ironik bir şekilde kuruyan dudaklarımı aralayarak.
Sinir krizi mi geçiriyorum?
"Beni bu yağmurdan kurtar.." Sesimden ağladığımın farkedilmesi umrumda dahi olmuyor.
Sorup sorgulamıyor. Genelde insanlar böyle yapmaz.
İki sıcak kol beni kavrıyor. Kendimi bir anda havada buluyorum. Başım dönüyor ve kucağından düşmemek için sırılsıklam olmuş gömleğine tutunuyorum.
Kafam yavaşça omzu ve göğsü arasına tekabül eden kısma düşüyor.
Hayalde miyim?
Çenem titriyor, dilimi ısırmamak için dişlerimi sıkıyorum.
"Seni bir doktora götüreceğim, dayan.."
Söylediklerini kavramam birkaç dakikamı alıyor.
"I-ıh.."
Cevap vermiyor.
"Hayır. Ev." diye yeniliyorum. Bir şeyler daha söylüyor.
"Ev. Lütfen." diyorum zorlukla.
Sallanıyorum.. Bilincimin tamamen kapanmasını yağmur engelliyor.
Aradan ne kadar zaman geçiyor bilmiyorum.. Gözlerimi tamamen açacak gücü kendimde bulduğum zaman gördüğüm ilk şey, simsiyah gökyüzündeki yıldızlar oluyor. Sadece çok kısa bir süreliğine huzurlu hissediyorum. Birkaç damla yüzüme vuruyor. Yağmur... artık yok.
Hareket edenin ben değil de, kucağında durduğum Cemil'in olduğunu farkedince tamamen uyanıyorum.
"Cemil?"
Duraksıyor ve bana bakıyor. Omuzlarından tutuyorum ve yavaş bir hareket ile ayaklarım zemine kavuşuyor. Sol bacağım sızlıyor. Cemil endişe ile bana bakıyor.
"İyi değilsin. Doktora gidelim.."
Boğazımı temizliyorum. Islak saçlarımı elim ile arkaya tarıyorum. O da bir el hareketi ile saçlarını geriye atıyor.
"İyiyim iyiyim.." diyorum sersemce. Yanında sinir krizi geçirmiş olmalıyım.. Olmamalıydı.
Aklımı yitirmişim gibi bana bakıyor.
"İyiyim ben" diyorum zoraki bir gülümseme ile..
Eve doğru giden yollardan birinde olduğumuzu görünce sahte gülümsememi genişletiyorum.
"Eve gideyim.."
Cemil kaşlarını çatıp beni süzmeye devam ediyor.
"Mehmet sana bir şey mi yaptı?" diyor alnındaki damarlar meydana çıkarken. Hayretle o damarları inceliyorum. Mutluluğa ve kedere giden iki ayrı yolun haritası gibiler.
"Selin.."
Sabırsız sesi ile birlikte, dikkatimi umrumda olmayan anatomisinden çekiyorum.
"Hayır" diyorum düz bir sesle. "O bana ne yapabilir ya.."
"Neden öyleydin o zaman?"
"Sanane."
Vermem gereken asıl cevabı geç olsa da verebildiğim için kendimi tatmin olmuş hissediyorum.
Bu cevabım elbette ki hoşuna gitmiyor.
"İyi geceler Cemil, nişanlının yanına dön, benimle uğraşma boşuna.."
Adım atmam ile birlikte topallıyorum. Acıdan dişlerimi sıkıyorum ama geri adım atmıyorum. Koşar adım yanıma geliyor.
"Yürüyemiyorsun, yardım edeyim."
Halsiz halime rağmen sertçe göğsünden ittiriyorum. Darbemle birlikte geriliyor.
"Ya bırak beni! Bir rahat bırak ya!"
Mavi,en öfkeli tonuna bürünüyor.
"Yardıma ihtiyacın var Selin."
Histerik bir kahkaha yükseliyor boğazımdan.
"Senin yardımına mı ihtiyacım var?"
Alınmış gibi görünmüyor. Hayır, alınması lazım. Alınıp yanımdan gitmeli.
"Ne oldu sana? Yağmurla ne derdin var?"
"Sanane! Gitsene sen nişanlın ile falan ilgilen, başıma bela mısın?"
"Evet belayım."
Dilimin ucuna gelen küfürleri yeniden yutuyorum. Her adımımda canımı yakan bacağıma rağmen ilerlemeye başlıyorum. Acıdan yüzüm buruşuyor ama sesimi çıkarmıyorum.
Yeniden karşıma geçip beni durduruyor. Kollarımı tutan ellerini sertçe savuşturuyorum.
"Ya bırak!"
Cevap vermiyor ama beni de bırakmıyor.
Göğsüne hızlı hızlı vurmaya başlıyorum.
"Bırak dedim! Senden nefret ediyorum! Buradan nefret ediyorum, hepinizden nefret ediyorum!"
Duruşunu hiç bozmuyor. Karşı koyacak gücüm tükenene kadar hepsine olan nefretimden bahsediyorum.
Ona vuran kollarımda güç kalmıyor.
"Buradan... nefret.. ediyorum..."
Gözyaşlarım yeniden yüzümü ıslatıyor. Alnımı sertçe omzuna gömüyorum ve içimde tuttuğum hıçkırıklarımı serbest bırakıyorum. Bir kolu beni sarıyor. Zaten kurumamış olan gömleğinin omzunu gözyaşlarım ile daha çok ıslatıyorum. Bir eli saçlarımda geziniyor.
"Geçti..."
Halbuki geçmedi. Ama bunu öyle bir söylüyor ki, dünyanın en karamsar insanı da olsanız, inanıveriyorsunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece'nin Mavisi
General FictionSelin Yılmaz üniversiteden mezun olduğunda, hayatında çok büyük bir değişiklik yaratacak haberi babasından öğrenir. Yıllarca el bebek gül bebek büyümüş, ne istese elde etmiş olan bu genç kız; evinden uzakta bir kasabaya yerleşmek zorunda kalır. Al...