Uzun zamandır hasret kaldığım kitap ve dergilerimi kitaplıktan indirip, yeniden düzenlemeye koyuluyorum. Bunu yapmamdaki amaç ne bilmiyorum. Sadece kafamı meşgul edecek başka bir uğraş gelmiyor aklıma..
Pelinler ile buluşmama daha iki saat var ve zaman garip bir şekilde geçmek bilmiyor.
Her şeyin daha farklı olacağını düşünmüştüm oysaki. En başında oraya gitmekten ne kadar nefret ettiğimi düşününce gülesim geliyor. Şimdiyse, sanki kendi evime gelmekten memnun değilmiş gibi oradaki evimi özlüyorum.
Özlediğim kesinlikle orası, evet. Yoksa beni ikilemler ve uykusuz bırakan düşüncelere sürükleyen mavi gözlü çocuğu özlediğim yok. Hem daha evime geleli sadece iki gün oldu. Neden özleyeyim ki?
Elimdeki kitabı uzun süre tuttuğumu fark edince, kafamı sallayıp toparlanıyorum.
En sevdiğim karikatür dergisinin yanına yerleştiriyorum kitabı.
Odamın kapısı açılıyor ve annem elinde bir tabak dolusu kurabiye ile içeri giriyor.
"En sevdiğin kurabiyeyi yaptım.."
Gülümseyerek işimi bırakıyorum ve çoktan yatağıma oturmuş annemin yanına oturuyorum.
Tabaktan bir kurabiye alıp ağzıma atıyorum. Annem uzun sayılacak bir sürede yüzümü inceliyor.
"Selin.. Senin neyin var kızım?"
Çiğneme işlemini bırakıyorum ve boş bakışlarla anneme bakıyorum.
Biraz duraksamanın ardından sertçe kurabiyeyi yutuyorum.
"Bir şeyim yok anneciğim?"
Başını hafifçe yana yatırıyor.
"Var bir şeyler var.. Eski Selin'im yok sanki. Durup durup düşüncelere dalıyorsun, bazen söylediklerimizi duymuyorsun bile."
Nasıl savunmaya geçeceğimi bilmiyorum.
"Ee, şeydir ya.. Hava değişikliği.. Evet, hava değişikliği çarptı biraz beni."
Tek kaşını kaldırıyor.
"Hem bizimkilerle çıkacağım bu akşam ya.. Merak etme, sabaha karşı sarhoş eve gelirsem yine kızdığınız sorumsuz Selin olurum" derken göz kırpıyorum. Gülümsüyor.
Eli dizime dokunuyor.
"Sana izin var.. Özlemişsindir arkadaşlarını, ortamlarını.."
"Tabii ki de özledim!"
Bu söylediğim ne kadar doğru bilmiyorum bile. Eskiden olsa saatler önce hazırlanmaya başlar ve organizasyon planları yapmakla uğraşırdım. Şimdi giderken ne giyeceğim bilmiyorum bile.
"Geri dönecek olman canımı sıkıyor, hemen bitse şu fabrika.."
Yeniden bir kurabiyeye uzanıyorum.
"Ee iş.. Ben alıştım zaten."
"Orası belli.. Geldiğinden beri gitmemek için ağlamadın mesela."
Konuyu kapatmak için gülümsemekle yetiniyorum.
Yerinden doğruluyor.
"E hadi bakalım hazırlanırsın şimdi sen daha fazla lafa tutmayayım seni.."
Kapıya doğru gidiyor.
"İyi eğlenceler size. Çok dağıtmayın."
"Merak etmeyin siz Güneş Hanım."
Odamdan çıkıyor. Sırtımı yatağımın başlığına dayıyorum.
Kucağıma çektiğim kurabiye tabağından kurabiyeleri birer ikişer götürüyorum.
Bu sıkıntılar biz kadınları kalori batağına sürüklüyor, ey düşüncesiz erkekler!
Yatağımın diğer tarafındaki telefonum titremeye başlıyor. Arayanı gördüğüm zaman hızla tabağı kenara bırakıyorum. Sanki beni görebilecekmiş gibi saçlarımı düzeltiyorum.
Aramaya cevap verip vermemekte tereddüt ediyorum. Sonra derin bir nefes alıp, Cemil'e yanıt veriyorum.
"Ne yapıyorsun?"
İki gündür hiç konuşmadığı insana direk bu soruyu sorması beni şaşırtıyor ama bozuntuya vermiyorum.
"Evdeyim. Oturuyorum."
Sessizlik oluyor. Telefonu kapatacak sanıyorum bir an saçma bir şekilde.
"Düşünebildin mi?"
Alt dudağımı kemiriyorum.
"Bilmiyorum.." diyorum sessizce.
"Sana neden olduğunu söyledim. Ne kadar aptalca ve bilinçsizce olduğunu da."
Derin bir iç çekiyorum.
"Peki ya ben sarhoş olsam ve gidip sen sanıp Mehmet'i öpsem?"
Sesi kesiliyor. Sonra daha güçlü ve sert bir şekilde konuşmaya devam ediyor.
"Neden böyle bir örneği verirken Mehmet'i kullandın?"
Şaşırıyorum.
"Misal diyorum, Cemil. Aklıma ilk o geldi."
"Ne güzel. Öpülebilecek adamlar listesinde ilk sıran Mehmet'in mi?"
Konuyu birden değiştirip, benim hesap sormam gerekirken onun bana hesap sorması duruma nasıl getirdi bilmiyorum.
"Bu mu Cemil? Şimdi bana benim yapmadığım ama senin yaptığın şey için hesap mı soruyorsun?"
Yavaş alıp verdiği nefeslerini işitiyorum.
"Tamam, haklısın. Özür dilerim."
Sessiz kalıyorum.
"Ben bir şey yaptım."
Alaycı bir acı ile gülümsüyorum.
"Ne yaptın? Yine ben sanıp, nişanlını mı öptün?"
Bu cevabıma canı sıkılıyor. Sonra toparlıyor ve konuşmaya devam ediyor.
"Ay ışığının mavi güllere vurduğu bir yerdeyim. Karşımda iki katlı çok güzel, beyaz bir ev var."
Gözlerim aniden açılıyor ve yataktan doğruluyorum.
"Yapmış olamazsın.." diye söylenirken odamın balkonuna çıkıyorum.
Ve gözüm anında onu karanlıkta seçiyor. Ben balkona çıkar çıkmaz gözlerini benimle buluşturuyor.
Gülümsemek hatta kahkaha atmak istiyorum. Ama kendime engel oluyorum.
"Sana inanmıyorum."
Uzakta da olsa, gulumsediğini görebiliyorum.
"Aramızda ters giden şeyler var biliyorum, ama bunları öylece bırakıp hayatıma devam edemiyorum. Ya bugün sorunlarımızı yeneceğiz, ben yeniden sana sarılabileceğim.. Ya da o sorunların bizi aşıp büyümesine müsaade edeceksin. Ben değil, sen. Ben mücadeleden korkmam."
Boşta kalan elimi balkonun mermerine yerleştiriyorum. Bir süre telefonlar kulağımızda, bakışıyoruz.
Sonra hızla konuşmaya başlıyorum.
"Hazırlanmam için zaman ver, dışarı çıkacağım zaten gece."
Kafasını hafifçe sallıyor.
Telefonu kapatmadan önce tek kaşımı kaldırıyorum, ama bunu görebileceğinden emin değilim.
"Ben.." diyorum sakince. "Ben mücadele etmek için doğmuşum."Yeni bölüm, ben diğer hikayeme yeni bölüm ekledikten sonra gelecek. Bir hafta içinde olabilir diye düşünüyorum.
Bu arada; hikayelerim veya aklınıza takılan başka şeyler hakkında konuşmak isterseniz, twitter hesabımı takip edebilirsiniz.
Kullanıcı adım: didimentionthis
Görüşmek üzere 💋
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece'nin Mavisi
General FictionSelin Yılmaz üniversiteden mezun olduğunda, hayatında çok büyük bir değişiklik yaratacak haberi babasından öğrenir. Yıllarca el bebek gül bebek büyümüş, ne istese elde etmiş olan bu genç kız; evinden uzakta bir kasabaya yerleşmek zorunda kalır. Al...