"Ve benim, birdenbire
Yüzünü değil,
Gözünü değil,
Senin sesini göresim geldi."-Nazım Hikmet
OCAK – 2016
Kristalleri parçalanmış kar yığınlarını soğuk mermerden silip atıyorum. İşlenmiş mermer ile karşı karşıya kaldığım zaman, bir süre tuttuğum nefesi serbest bırakıyorum ve nefesim soğuk hava ile birleşiyor.
"Buraya neden geldiğimi biliyorsun.."
Sesim boğuk çıkıyor. Sanki bana cevap verebilecekmiş gibi dikkatle nemli mermere bakıyorum. Çok uzaktan bir karga sesi duyuyum, içim sıkılıyor.
"Yaptıklarının hesabını sormaya geldim."
Ellerimi hızla saçlarımda gezdiriyorum.
"Evet. Sen yaptın. Başıma gelen her şeyin sorumlusu sensin."
Konuştukça daha çok sinirleniyorum. Elim cebime gidiyor, koyu yeşil renkteki oyuncak askeri çıkartıp mezarın üzerine özenli bir şekilde bırakıyorum.
"Bana aldığın son şey... Bana bıraktığın son şey bu.."
Mezar taşına kustuğum öfkeme olabildiğince engel olmaya çalışarak konuşmaya devam ediyorum.
"Ama sen bana sadece bu oyuncak askeri bırakmadın."
İçimi söküp atarcasına alıp verdiğim nefesi tekrarlıyorum.
"Sen, bana kendi hayatının tüm yükünü, belki de yapmaya kendin bile cesaret edemeyeceğin şeyleri bıraktın."
Elimi, toprağa dokunmak için uzatıyorum fakat sonra vazgeçiyorum.
"Omuzlarıma evlilik yükünü bıraktığından küçücüktüm be.. Neyin ne olduğundan haberim bile yoktu! Sonra ne oldu? Sen gittin. Beni kendim seçmediğim bir evliliğe mecbur ederek gittin, beni Ayşe'nin abisi değil de babası olarak bırakıp gittin.."
Dudaklarımı birbirine sertçe bastırıyorum, ellerimi ovuşturuyorum.
"Ama hesaba katmadığın çok şey oldu."
Gözlerimden yayılan ıslaklık, soğuk hava ile birleşince keskin bir hal alıyor.
"Aşık oldum."
Yüzüme öfkeli bir tebessüm yayılıyor. Hissettiğim acıyla birlikte gülümsüyorum.
"Gerçi o da beni senin gibi bırakıp gitti ama.."
Yavaşça yerimden doğruluyorum. İçimde giderek güçlenen öfke dalgası patlayış gösteriyor.
"Hepsi senin yüzünden!"
Sesim boş mezarlıkta yankılanıyor.
"Beni, kendi seçtiğin hayata mecbur ettin! Bana bunu sen yaptın baba!"
Avuçlarımı sertçe yüzüme bastırıyorum. Sakinleşmeye çalışıyorum.
Sonra mezarın üstündeki oyuncak askeri elime alıyorum ve kısa bir süre onu süzüyorum.
"Madem bana bıraktığın her şeyin ağırlığını taşımak zorundayım.."
Mezar taşına bakış atıyorum, gözlerimi babamın adı yazan mezar taşında gezdiriyorum.
"O zaman bunu istemiyorum."
Askeri yeniden mezarın üzerine bırakıp, tereddüt etmeden arkamı dönüp oradan ayrılıyorum.TEMMUZ – 2015
Hipnoz olmuş gibi Mert'in bahçesindeki ağaca bakıyorum. Mert, defalarca okusa da bir anlam veremediği mektubu sonunda masaya bırakıyor.
"Aklım almıyor," diyor özetle.
Herhangi bir tepki vermek istiyorum ama elimden hiçbir şey gelmiyor.
Sonra gözü, dakikalarca elimde sıktığım fulara takılıyor.
"Ondan geriye sadece bu kalmış" diye cevaplıyorum meraklı bakışlarını.
"Cemil, tüm bu olanlar sana da saçma gelmiyor mu? Daha dün gece bu masada hep birlikte yemek yedik!"
Bakışlarımı başka tarafa çeviriyorum.
"Oradan buna bir anlam verebilmiş biri gibi mi duruyorum Mert?" diye bağırdığım zaman duraksıyor.
Sonra en az benim kadar öfkeli bir şekilde konuşmaya devam ediyor.
"Arasana o zaman oğlum! Hesap sor! Böyle yapıp gidemezsin de!"
"Telefonum parçalandı."Benim her şeye hissiz bir şekilde cevap verişim, onu daha da hararetlendiriyor.
"Al.. O zaman benden ara."
Telefonunu sertçe masaya koyuyor.
"Mektubu okumadın mı Mert? Tekrar oku istersen. Selin, gitti! Anlıyor musun? Her şeyi hiçe sayarak, gitti!"
"Mutlaka bir açıklaması vardır!"
"YOK!"
Sertçe masanın üzerindekileri savuruyorum. Mert çok üzerime geldiğini anlayınca, sakinleşiyor.
"Bu mektubu yazan benim Selin'im değil, olamaz!"
Kendi kendime öfkeyle söyleniyorum. Bahçesinde ileri geri adımlar atarak içimdeki acıyı sökmek istiyorum ama daha da kötü oluyorum.
"Onu hiç tanıyamamışım.." diyorum fısıltıyla.
Mert endişeyle beni izliyor.
"Benim Selin'im ne yapardı biliyor musun? Eğer benden ayrılmak isteseydi, boynundaki kolyeyi çıkarır, elime bırakırdı. Artık olamayacağını söylerdi. Bunu yaparken de gözlerini bile kırpmazdı, ağlamamak için.."
Konuşurken canımı acıtacak şekilde kasılan damarlarımı önemsemiyorum.
"O kolyeyi bana geri verirdi, ama ben anlardım.. Beni hala sevdiğini anlardım. İşte o zaman; gitmemesi için, onu geri kazanmak için her şeyi yapardım!"
Mert ayağa kalkıp, omzumu kavrıyor.
"Cemil.."
"Bırak Mert!"
Öyle desem de beni bırakmıyor.
"Ben onu hiç tanıyamamışım.."
Bir süre sessiz kalıp, nefes alabilmem için bana zaman veriyor.
"Her şeyin bir açıklaması vardır. Ara onu" diyor daha sonra.
Adımlarımı bahçe kapısına doğru çeviriyorum.
"Ben.. benim gitmem lazım."
"İyi düşün Cemil, acıyla saçma sapan bir şey yapma sakın."
Başımı özensizce sallıyorum. Sonra bahçesinden çıkıp karanlık yollarda yavaşça yürüyorum.
Olabildiğince oyalanarak eve gidiyorum. Kapıyı açıp kendimi eve attığımda, salonun ortasında kendi kendine gülümseyen Damla ile karşılaşıyorum. O da beni görünce şaşırıyor ve afallıyor.
Elinde Ayşe'nin telefonunu görünce kaşlarım çatılıyor.
"Ne yapıyorsun Damla?"
Sersemce gülümsüyor.
"Şey.. Ayşe, telefonunu evde unutmuş da ben açtım."
Evin kapısını arkamdan kapatıyorum.
"Kim aramış?"
Birkaç saniye duraksıyor.
"Yanlış numara ya.. Kapattı hemen.."
Başımı yavaşça sallıyorum. Ne Damla umrumda ne de yanlışlıkla Ayşe'yi arayan kişi..
Damla yanıma geliyor.
"Sen nasılsın Cemil? Kötü görünüyorsun."
Kötü olmak, şuan olabileceğim en iyi şey olabilirdi. Sorusuna yanıt vermiyorum.
"Herkes nerde?"
"Nino için kına gecesi yapıyorlar.. Ben de oraya gidecektim."
"Boşuna gitmiş olursun, evlenmeyeceğiz."
Damla şok olmuş halde bana bakıyor. Onun bakışlarını es geçerek odama giriyorum. Benim peşimden odama girdiği zaman da şaşkınlıkla ona bakıyorum.
"Ben.. siz evleneceksiniz sanıyordum.. ne oldu ki?"
"Bu seni çok mu ilgilendiriyor?"
Ona çıkıştığım zaman bozuluyor. Sessiz kaldığı zaman odamdan çıkacak sanıyorum ama onun yerine farklı bir konu açıyor.
"Selin'in sessiz sedasız gidişine mi bozuldun yoksa?"
Ona bakışımdan korkuyor.
"Gitmek istediğin yere gidebilirsin Damla."
Dudaklarını kemiriyor, birkaç saniye öylece kalıyor. Onun varlığını unutarak, Mert'in bana söylediklerini düşünüyorum.
Damla odamdan çıkmadan hemen önce onu durduruyorum.
"Damla!"
Arkasını dönüp bana bakıyor.
"Efendim?"
"Ayşe'nin telefonu.. Onu bana versene, benimkisi parçalandı. Bir arama yapmam lazım."
Bunu dediğim zaman anında ifadesi değişiyor. Bir an için telefonu bana vermeyecek sanıyorum. Sonra yavaşça bana doğru uzatıyor.
Telefon rehberinden Selin'in adını bulup duraksıyorum. Damla ısrarla odamdan çıkmıyor. Ben tam ona beni yalnız bırakmasını söyleyecekken,
"Selin'in Mehmet ile gitmesi de bayağı şaşırttı" diyor.
Telefonu tutan elim kaskatı kesiliyor, donakalıyorum.
"Ne?"
Sesim titriyor. Zaman ve mekan kavramını yitiriyorum sanki..
"Doğru, senin haberin yoktu.. Sen evden öyle hışımla çıkıp gidince, ardından Nino eve geldi. Tabii herkes Selin'in gidişine çok şaşırdı. Sonra da Mehmet, Nino'yu aradı yanımızdayken.. Selin, İstanbul'a onunla birlikte dönmüş."
Uzun bir süre hareketsizce durduğumda Damla yanıma geliyor.
"Cemil?"
Titreyen ellerim telefonu yeniden parçalamak ister gibi sıkıyor.
"Beni yalnız bırak Damla."
"Emin misin iyi görün-"
"BENİ YALNIZ BIRAK DEDİM SANA!"
Damla bu halimden çekiniyor ve hızla odamdan çıkıyor.
Acıyla, histerik bir kahkaha çıkıyor boğazımdan. Gözlerimin dolmasını engelleyemiyorum. Bakışlarım, yan yana dizili olan parfümlerime kayıyor. Daha önce Selin'in onları koklarken yakaladığım parfümleri hızla savuruyorum. Şişelerden biri duvarda patlıyor.
Hızımı alamayıp daha bugün topladığım eşyalarımı sağa sola savuruyorum öfkeyle. Odamdaki her şey yerle bir oluyor.
En sonunda, dağılmış odamı yansıtan aynanın karşısında buluyorum kendimi.
Aptallığıma, güçsüzlüğüme, beni ben yapan aşkıma lanet ediyorum ve yumruğumu acı verici bir şekilde yansımama geçiriyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece'nin Mavisi
General FictionSelin Yılmaz üniversiteden mezun olduğunda, hayatında çok büyük bir değişiklik yaratacak haberi babasından öğrenir. Yıllarca el bebek gül bebek büyümüş, ne istese elde etmiş olan bu genç kız; evinden uzakta bir kasabaya yerleşmek zorunda kalır. Al...