*Müzik eşliğinde okumanızı tavsiye ederim.
Shizuo birkaç saattir durmadan yürüyordu. Yemyeşil kırların arasından ilerleyerek büyük bir tepeye çıktı. Güneş batmak üzereydi ve şafağın kızıllığında esen rüzgar kısa saçlarını uçuşturuyordu.
Hangi ara bu tepeye geldiğinin farkında değildi ama ayakları onu buraya getirmişti. Önündeki heybetli üstüne akatsuki aile ambleminin oyulduğu büyük anıtı geçti ve önündeki dört mezarın karşısında durdu bir süre, güneşin giderek nasılda kırmızı bir renge büründüğünü izledi. Kızıla boyanmıştı her bir yan. Şehrin dağınık görüntüsünden ve gürültüsünden tamamen soyutlanmış doğanın muazzam kollarıyla sarılmıştı. Etraflarını saran tek tük ağaçların sonbaharın etkisiyle bağını kopardığı yaprakları uçuşuyordu her bir yanda. Tüm bu huzurlu ortam ve sakinlik ona ulaşamamıştı hala.
Çok kızgındı. Sanki damarlarındaki kanlar akan bir lav gibi taşıyordu içinden. Gözleri kıpkırmızıydı ama bir damla dahi düşmemişti, düşememişti. Ağlamaya bile hakkı yokmuşçasına hiç olmak istiyordu o. Başarısız, perişan ve kaybolmuş gibiydi...
Taşımadı güçlü bedenini daha fazla bacakları ve dizlerinin üstüne çöktü. Elleri toprağa değdiğinde avuçladı var gücüyle. Dirseklerine kadar çamur olmuştu üstü. Ren'i bu toprağın altındaydı. O kadere boyun eğip ayrılmamıştı kendisinden, zorla koparmışlardı onu yanından, alıp götürülmüştü bilmediği bir yere. Vaktiyle ölmemiş, öldürülmüştü! Birileri onu kendisinden bilerek isteyerek uzaklaştırmıştı sonsuza dek... Nasıl bir acıydı bu böyle? Bıçaklar delse yüreğini acımazdı belki böyle. Ruhu oyuluyormuş gibiydi daha çok. Onu boğan, nefessiz bırakan bir şey... Parçalanıyordu sanki her bir yanı ama fiziksel bile değildi acısı.
Başını hafifçe kaldırıp önündeki dört mezara baktı. En baştakinin üstünde Akatsuki Hiro yazıyordu. Ardından yanında Akatsuki Julie vardı ve sonrasındakinin üstünde Akatsuki Rei yazıyordu. Shizuo yavaşça ayağa kalktı ve en sondaki mezarın yanına geldi. Üstünde Akatsuki Ren yazıyordu işte. Gözlerinin önüne durmadan onun görüntüleri gelirken eliyle mezarın başındaki ismi okşadı.
"H-hey, ben gel-dim..."
Sesi titredi Shizuo'nun, söylemek istediği her şey bir yumru olmuştu boğazında. Kelimeler öyle zar zor çıkıyordu ki, mümkün olsa tüm bu kelimelerle birlikte kendisini de gömmek isterdi bu mezarın yanına.
"Seni çok özledim Genç Efendi. Şimdi karşımda olsaydın bana şöyle derdin; 'Shizu-chan, sana kaç kere söyleyeceğim bana genç efendi deme diye, bana Ren diyeceksin.' Biliyordum zaten ama tepkilerin çok tatlı oluyordu, o yüzden öyle sesleniyordum sana.
Koca adam oldum Ren, öyle ki karşı karşıya oturup aynı fincandan sake içecek yaşa geldik. Ah evet, bir daha ki geldiğimde sake getireceğim sana söz. Hiç tatmamıştın değil mi? Nasıl tadacaktın ki Ren, sadece yedi yaşındaydın. Henüz sadece yedi yaşındaydın..."
Shizuo eliyle ağzını kapattığında hıçkıran sesinin duyulmasını önlemişti ama gözünden akan yaşları durdurmak mümkün değildi. Sonunda bir bir düşüyordu işte tenini yakarak. Sahi daha önce hiç ona bu kadar acı veren yaşlarla ağlamamıştı. Her bir damla zehir gibi batıyordu önce gözüne, sonra tenine. Bir süre sakinleşmeyi bekledi. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu ve eli titriyordu. Düşündükçe öfkesi daha da artıyordu.
"Yokluğunda çekilmez bir adam oldum ben. Şiddetten ve kavga etmekten nefret ettiğim halde her gün birilerini pataklıyorum. Kaşlarım sürekli çatık ve insanlar beni gördükleri zaman kaçacak yer arıyorlar. Öyle ki sadece ismim bir yerlerde geçse bile onlar bundan korkuyorlar. Bana canavar diyorlar Ren. Öyle ya bir canavar olup çıktım gerçekten. Kendime hakim olamıyorum. Yıkıp döküyorum her şeyi mahvediyorum ben. Seni bile... Benim için en değerli kişiyi bile koruyamadım ben. Elimden kayıp giderken benim hiçbir şeyden haberim yoktu Ren.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avcı (Shizaya AU)
Fanfictionİzaya; geçmişini, kimliğini ve sahip olduğu her şeyini kaybetmiş, yaşama gücünü intikamdan alan bir adamdır. Hayatı boyunca yanında olacağına dair söz veren ilk aşkı yıllar sonra düşmanı olarak karşısına çıksa bile amacına ulaşmak için tereddüt etm...