Annem ve babam, seneler önce ayrıldı. Oysa kavga ettikleri her anı daha dün gibi hatırlıyorum. Babamın annemi dövmesini ve tüm diğer şeyleri... Evimizin duvarlarında kırılan bardaklar vardı. Duvara çarpan bardağın içindekiler insanın içini parçalayan bir ahenkle yayılırdı duvara. Ve bu görüntülerin her biri, bir sanat eserinin bıraktığı ilk çarpıcı deneyim gibi beynime çakılı. Babamı seviyor muydum, bilmiyorum. Sanırım eve gelmediği günler daha huzurluyduk.
Bir Salı günü boşandılar. Annemin bildiğim bir akrabası olmadığından mahkeme günü beni komşumuza bıraktı. Altı yaşındaydım. Camdan ağlayarak bakıp, annemin dönmesini bekliyordum. Aklımda sürekli babamın annemi dövdüğü anların fotoğrafları vardı ve annemin eve o fotoğraflarda olduğu gibi kanamış bir burun, şişmiş bir suratla geleceğini düşünüyordum. Annem geldiğinde yüzünde hiç yara yoktu. Peki ya kalbinde? Kalbi de bu kadar düzgün müydü? Bunu o zaman soramayacak kadar küçük olmak, bugün, burada yorganımın altında bunları düşünürken kalbimi acıtıyor.
Yataktan çıkmadan öylece yatıp geçmişe gittim. Tüm bunları düşündüm. Annem odamın kapısını tıklatınca kendime geldim. Kapıyı yavaşça açıp kafasını içeriye uzattı: "Daha kalkmadın mı anneciğim?" diye soru o içimi ısıtan sesiyle.
"Kalkıyorum anne. İşe gitmedin mi bugün?" Küçük bir tekstil atölyesinde çalışıyordu. Bize yetecek kadar kazanıyor, bunu yine de fazla mesai kalarak yapıyordu.
"Çıkıyorum. Geç kaldım biraz. Sana bakayım dedim..."
Yataktan kalkıp kapıya yürüdüm. Var gücümle anneme sarıldım. Saçlarındaki ucuz parfüm kokusunu içime çektim. "İşte uyandım anneciğim. Seni seviyorum" dedim onu bırakmadan. Annem şaşkın:
"Nereden çıktı bu? Ben de seni seviyorum. Kahvaltını et. Harçlığını aynanın önüne bıraktım" dedi.
Sonra onu bıraktım. Herhangi bir şişlik, morluk ya da kan olmayan güzel yüzüne baktım. Çikolata gibi kahverengi saçları dalga dalga omuzlarına dökülüyordu. Sıradan kahverengi gözleri ve güzel burnu ile bu güzel kadının yüzünü aldığım için şanslı olduğumu düşünüyordum. O an güzel bir andı ve bunun değerini bildiğim için kendimi mutlu hissettim.
Annemi kapıdan geçirip saate baktım. Neredeyse geç kalıyordum ama umurumda değildi. Güzel bir sabahtı. Güzel bir gün olacaktı. Her şeyden önemlisi... Aklımda çınladı: "Yalçın'la Tuğba ayrılmış..."
Evet, kesinlikle güzel bir gün olacaktı. Aynanın önündeki harçlığımı aldım, kendime baktım. Belki bugün, annem gibi, dalga dalga kahverengi saçlarımı toplamazdım... Ve belki bugün, hüznü çağrıştıran sarı gibi renkler değil de umut verici bir renk seçerdim kendime: Mavi gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hanımeli Kokusu
ChickLitKapıdan çıktığımda onunla yüz yüze geleceğimi bildiğim gibi dudaklarımdan dökülecek olanları da biliyordum. Onu sevdiğimi söyleyecek, gözlerinin siyahındaki kırgınlığı görecektim. Aşk böyle bir şeydi işte... Bile bile ölüme gidiyor ve bunun için bir...