Otobüs durağı görüş alanıma girse de mesafe epey fazlaydı; adımlarımı iyice hızlandırdım. Durak hala oldukça kalabalıktı. Bu da otobüsü kaçırmadığımı gösteriyordu. İçim rahatladı. Hızlı adımlarla yolu tüketirken yanımdan geçen otobüs durağa yanaştı. Bunu kaçırırsam sonraki otobüs için yirmi dakika beklemem gerekecekti ve bu durum ilk dersi kaçıracağım anlamına geldiği gibi aynı zamanda geç kağıdı vermeyeceği aşikar olan Müdire Hanım'ı da işin içine kattığımda yarım gün yok yazılacağım anlamına da geliyordu.
Küçük insan yığını robotik hareketlerle otobüsün ön kapısına yığılınca ben de yeniden koşmaya başladım. Kızgın tavada eriyen yağ gibi bitiyordu kalabalık. Ben ise yolun yarını bitirmemiştim. Otobüsün arkasına kadar yetişebilirsem, diye geçti içimden... En azından şoför beni görürse... Bekler... Omzumdan çaprazlamasına taktığım çantam sağa sola savrulurken yanından geçtiğim insanlara çarpıyor; bir yandan koşarken bir yandan da çevreye "özür dilerim, kusura bakmayın"lar savuruyordum. Kaçıracağım neredeyse belli olan otobüse bakmak yerine çevreme biraz daha dikkat etseydim, kaldırımdan dikkatlice inmeye çalışan yaşlı kadını görebilirdim. Kadının sağ omzuna o kadar kuvvetli çarptım ki... Zavallı kadın savrularak sırtüstü beton zemine çakıldı. Düşerken attığı acı ve kulak tırmalayan çığlık bugün bile kulaklarımda çınlıyor...
Çevredeki herkes yaşlı kadının başına toplandı. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemeyecek kadar şoke olmuş bir halde etrafıma bakındım. Kocaman göbeği ve ağzında sallanan sigarası ile köşede simit satan adam bana öfkeyle bir şeyler söyleyerek kadının üzerine eğildi. İyi olup olmadığını soruyordu belli ki. Yanımda duran takım elbiseli beyaz saçlı adam "Yazık yazık! Arkadan kovalayan mı var!" dedi tıslar gibi. Daha başka iki orta yaşlı kadın da gelmişti şimdi düşen kadının başına. Yavaşça kaldırıp oturmasını sağladılar. Toplananlardan biri "ambulans çağıralım" dedi, bir diğeri "yaşlıya saygı yok!" Herkesten bir ses çıkıyor bense her çıkan seste yerin en dibine giriyordum. Yaşlı kadıncağıza baktım; beyaz saçlarını koyu sarı desenleri olan lacivert bir eşarpla kapatmıştı. Yetmiş yaşını almıştı belki de. Yüzündeki derin çizgiler, kalbimde hüzün nehirleri yarattı. Sulanmış mavi gözleriyle baktı bana. Orada öylece bana bakarken içimden ağlamak geldi. Gözlerime biriken yaşların ardından yaşlı kadına baktım. "Mahinur Teyze bir şeyin var mı?" diye sordu, yol üzerindeki sabah lokantasından çıkan beyaz önlüklü adam. Hala kadına bakarken sesimin çıktığı kadarıyla "Özür dilerim" dedim. "Çok özür dilerim, ben... Otobüse yetişmeye çalışıyordum."
Yanaklarımdan yaşlar süzüldü. Soğuk havada buz gibi rüzgarın çarptığı ıslak yanaklarım sızladı. Bağıra bağıra ağlamak istiyordum ama sesim çıkmıyordu. Fark etmeden yumruk yaptığım elime sıcak bir el dokundu, parmaklarını zorla sıktığım parmaklarımın arasına soktu. Elime baktım. Sonra da elimi kimin tuttuğuna... Uzun boyuyla hemen arkamda duruyor, sıcacık eliyle elimi tutuyordu... O an yanaklarımdan süzülen yaşlar ve tüm bedenimi kaplayan suçluluk duygusuyla birlikte orada öylece durup Yalçın'ın elinin sıcaklığını yaşamak istedim. Düşündüğüm tek şey buydu. Orada ne aradığını sormak başka bir anın sorusuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hanımeli Kokusu
ChickLitKapıdan çıktığımda onunla yüz yüze geleceğimi bildiğim gibi dudaklarımdan dökülecek olanları da biliyordum. Onu sevdiğimi söyleyecek, gözlerinin siyahındaki kırgınlığı görecektim. Aşk böyle bir şeydi işte... Bile bile ölüme gidiyor ve bunun için bir...