Pazartesi sabahı Yalçın'la otobüs durağında buluştuk. Yakışıklı yüzü pırıl pırıl parlıyordu. Pazar gününü annemle geçirdiğim için görüşememiştik ama Yalçın'ın telefonda söylediği bir söz beni mutlu etmeye yetmişti: "Önümüzde uzun bir zaman var..."
Her gün okula birlikte gidip, birlikte gelecektik. Öğle yemeklerini birlikte yiyecek ve çok şey paylaşacaktık. Sokağın ortasında Yalçın'a sarılarak verdiğim karar anından sonra sadece yaşanacak olan bu güzel anılara odaklanıyordum. Böylece aklım başka şeylere –mesela Serkan'a, gitmiyordu. Sağlıklı olanı yaptığıma emindim ve son derece mutluydum.
"Günaydın" dedi Yalçın eğilip yanağıma bir öpücük kondururken. Yüzüm kıpkırmızı kesilmiş olmalıydı çünkü resmen yanıyordum.
"Günaydın" dedim.
"Nasıl geçti pazar günün?"
"Anlattım ya telefonda..." o kadar saat telefonda konuştuğumuzu hatırlayınca kendimi sırıtmaktan alıkoyamadım.
"Biliyorum, anlattın. Bir de yanımdayken dinlemek istedim." dedi gülümseyerek. Otobüs gelince konuşmamız yarım kaldı.
Otobüsün kalabalığında Yalçın'ın kollarının arasında güvendeydim. Sadece benimle ilgileniyordu. Birbirimize bu kadar yakın duruyorken çevremizdeki birkaç yaşlı yolcunun kınayan bakışlarına hedef oluyorduk ama umurumuzda değildi. Otobüsten indiğimizde Yalçın'ın eli elimi buldu, parmakları parmaklarıma dolandı. İçim ürperdi. Birkaç adım ilerledikten sonra, okul yolunun köşesine yaklaştığımızda yavaşladım. Yalçın gülerek "Korkma," dedi "her şeyi öğrendin... Daha kötüsü ne olabilir ki?"
Yaşadıklarını öğrenmiş olmam, onun için en kötüsüydü. Parmaklarımız birbirine kenetlenmiş şekilde okul yoluna girerken, bizi nelerin beklediğiyle ilgili ne benim ne de onun bir fikri vardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hanımeli Kokusu
ChickLitKapıdan çıktığımda onunla yüz yüze geleceğimi bildiğim gibi dudaklarımdan dökülecek olanları da biliyordum. Onu sevdiğimi söyleyecek, gözlerinin siyahındaki kırgınlığı görecektim. Aşk böyle bir şeydi işte... Bile bile ölüme gidiyor ve bunun için bir...