Bölüm 15

4.1K 254 5
                                    


Eve vardığımda hayal kırıklığı içindeydim. Odama girip yatağıma oturdum. Çorabımın desenlerini izlerken öfke doluydum. Dün sabah geç kalmasaydım otobüse koşmayacaktım; otobüse koşmasaydım zavallı kadıncağıza çarpmayacaktım; ona çarpmasaydım o aptal çocukla tartışmak zorunda kalmayacaktım...

Yatağıma kıvrılıp olanları tekrar tekrar düşündüm. Şapkasının sert gölgeliği altındaki gözleri öfkeyle yanıyordu. Çantamın içinde telefonumun titreme sesi geldi. Kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki kalkmak istemedim. Çiçeği aldığında yaşlı kadının yüzünde oluşan mutluluğu getirdim gözümün önüne. İçim rahatladı. Ben torunuyla tartışırken kapıda bizi gülümseyerek izliyordu. Bu da iyi bir şeydi herhalde. Bana kızgın değildi. Affetmişti. Gözlerimi kapadım. Karnım guruldadı; duymazdan geldim. Okul kıyafetlerimin üzerimde, çoraplarımın ayağımda olması umurumda değildi, göz kapaklarımda tonlarca ağırlık vardı ve ben sadece uyumak istiyordum. Kendimi uykuya teslim ederken "Kırmızı şapkalı aptal..." diye düşündüm, "senden nefret ediyorum."

Gölün üzerine düşen güneş ışıkları yüz binlerce ışıltı oluşturuyordu. Serin esen hafif rüzgar çıplak kollarımı yalarken üşümekten şikayetçi değildim. Gölünde miskin miskin yüzen iki ördek birbirlerine oyunlar yapıyordu. Gülümseyerek onları izlerken karşı kıyıdaki iki gölgeyi fark ettim. Dikkatli bakıyordum ama iki beden de birer siluet olmaktan öteye geçmiyordu. Omzumdaki dokunuşla irkildim, kafamı çevirip bana dokunana baktım: Yalçın. Yalçın uzun boyuyla arkamda durmuş omuzlarımdan tutuyordu. Ellerinin dokunuşu üşüyen tenim için fazlasıyla sıcaktı. İçim mutlulukla doldu. Sonra yanıma oturdu, ellerimi tuttu. Yüzümüz birbirine öyle yakındı ki dudaklarımızı birbirine değecek sandım. Kalbimin sesini duyuyor olmalıydı. Yalçın kafasını çevirip gölün karşısına baktı. Bakışlarını takip ettim. İki siluet yavaşça aydınlandı. Kırmızı şapkası ve tanıdık bir öfkeyle bize bakan kişinin kim olduğunu biliyordum. Yanındaki ise sinsice gülerek kollarını ona dolayan Tuğba'dan başkası değildi.

Uyandım. Hava kararmıştı. Çok üşümüştüm. Tuğba'nın ona nasıl sarıldığını düşündükçe boğazım düğümlendi. Kalkıp saate baktım. Yediye geliyordu. Üzerimi değiştirdim. Eteğim iyice kırışmıştı. Akşam yatmadan önce ütü yapmam gerekecekti. Bu canımı sıktı. Pijamalarımın üzerine hırkamı giyip mutfağa gittim, yiyecek bir şeyler hazırladım. Annem yolda olmalıydı.

"Çiçek için bıraktığım parayı almamışsın" dedi annem mutfağa girer girmez.

"Almadım anne, kendi harçlığımdan almalıydım çünkü bu benim sorumluluğumdu."

"Bazen ne kadar büyüdüğünü unutuyorum, İnci." dedi annem. "Neler oldu anlat bakalım."

Olanları olduğu gibi anlattım. Çorbacıyı, çiçekçiyi, evi arayışımı... Mahinur Teyze'nin beni iyi karşılamasını ve çay davetini. Sonra da ortaya çıkan torununu... -Rüyamda Tuğba'nın kollarının ona sarılışını hatırlayınca nefesim kesildi- Tüm tartışmayı öfkeyle anneme de anlattım ve bana hak vermesini bekledim. Annem çorbasından iki kaşık aldı, sonra biraz da salata... Konuşuncaya kadar asırlar geçti gibi hissettim.

"Kendini onun yerine koy." dedi annem konuşmaya başladığında. "O teyzenin torunuyla yaşadığını, başka kimsesi olmadığını söylemiştin. Demek ki çocuğun da tek ailesi o kadın. Ve sen onu yolun ortasında düşürüp gittin."

"Ama sevgilimle gitmedim anne! Bana sevgilinle gittin, dedi!" diye çıkıştım.

"Sence şu an konu 'sevgilinle gittin' demesi mi? Sana karşı öfkesinin nedeni sadece bu olabilir mi? Bir daha söylüyorum, kendini onun yerine koy. Tek yakınını ciddi şekilde yaralayabilirdin."

"Onun tarafını mı tutuyorsun anne! Hiç tanımadığın, saldırgan, kavgacı ve aptal birinin tarafını?"

"Ben sadece adil olmanı istiyorum. Üstelik şu an gözüme saldırgan görünen tek kişi sensin, İnci"

Sustum. Başka hiçbir şey demeden orada öylece oturup tabağımı izledim. Annem de sessizce yemeğine devam etti. Sessizliğin içinde konu kapansın istiyordum. Neyseki öyle de oldu. Bir süre sonra annem yarın akşam mesaiye kalacağını söyleyince konunun değiştiğine şükrettim. Mutfağı toplamayı üstlenen anneme minnet ifadesiyle teşekkür edip odama gittim.


"Buldun mu kadını?"

"Cevap bekliyorum hala..."

"Meraktan öleceğim İnci! Ne zaman bakacaksın telefona?!!!"

"Öldün herhalde..."


Seda'dan özür dilemeliydim. Olayların ne kadar dışında kaldığını bilse üzülürdü.


"Buldum. Torunu dışında her şey iyiydi. Eve gelince de uyumuşum. Özür dilerim" diye cevapladım.

"Seninle konuşmuyorum."


Gülümsedim. Seda böyleydi. Beş yaşındaymış gibi hemen küsmeye bayılır sonra da kendiliğinden barışırdı. Bu kez kendiliğinden barışmasını beklemeyecektim. En yakın arkadaşımı olayların dışında bıraktığım için kendimi suçlu hissediyordum ve bu suçluluk bir buket çiçekle gidip özür dileyerek geçmezdi. En yakın arkadaşlar arasında durum farklı işlerdi. Seda'ya hızlıca bir mesaj yazdım:


"Yarın sana bir şey anlatacağım."


Telefon elimde birkaç dakika cevap gelmesini bekledim. Sonunda telefon titredi:


"Neymiş?"


Ah Seda... Hiç değişmiyordu. Onu bu yüzden seviyordum.


"Yarın anlatacağım, şimdi değil :)))"


"Çok kötüsün!!!!" yazdı Seda. Neyseki Yalçın'la olanları anlattığımda tüm kötülüğümü unutacaktı. Renkli gözlerini üzerime dikip sarı kirpiklerini titreterek heyecanla beni dinleyecekti. O hali gözümün önüne gelince ben de heyecanlandım. İlk başta çok önemli bir sır gibi gelen bu durum nedense şu an sıradan bir olaymış gibi hissettiriyordu.

Rüyamdaki gölün karşı kıyısında olanlar kalbimi sıkıştırırken, Yalçın'la neredeyse öpüşecek olmamız hiçbir duygu hissettirmiyordu. O an farkında olmadığım şey: İşte bu büyük değişimdi.

Hanımeli KokusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin