Yalçın'la otobüs durağının yakınında evlerimize gitmek üzere ayrıldık. Ayrılmadan hemen önce, telefon numaramı istedi. Bu, durumu biraz daha ciddi hale getiriyordu. Yine de içimdeki bir parça Serkan'ın bisikletindeki inciyi düşündüğünden durumun o anki ciddiyeti üzerinde duramadım. Telefon numaramı verip eve geldim.
Eve gelir gelmez Seda'yı aradım, olanları anlattım. Eve gidince ablası Sezen'le konuşan Seda bana anlatacağı önemli şeyler olduğu söyleyince yarın bize gelmesi konusunda sözleştik. Telefonu kapattığımda içimde çok kötü bir his vardı. Yalçın'la kafeye gittiğimizi, sohbet edip yemek yediğimizi duyduğunda Seda'nın çığlık çığlığa sevinmesi, heyecandan yerinde duramaması gerekirken son derece sakince dinlemiş, lafımın bitmesini beklemiş, sonra da benle konuşması gerektiğini söylemişti. Seda'yı tanırdım. Ve o böyle biri değildi...
Şüphe dolu düşüncelerin içinde yemek hazırlarken annem geldi. Birlikte yemeğimizi yeyip televizyon izledik. Annem gün içinde olanları detaylı olarak sormadı. Ben de minnet duyarak herhangi bir konu açmadım. Daha sonra kitap okumak üzere odama çekildim.
Tanrım! Mutlu hissetmem gerekiyor ama içimdeki kayıp parçayı bulamıyorum! Bana yardım et!
Odamın sarı lambası gözlerimi okşarken yatağıma uzanıp kitap okumaya çalıştım. Yapamıyordum. Kafeden çıktığımdan beri içimde olan adlandıramadığım his, Seda'yla konuştuktan sonra 'şüphe' ismini alarak yavaş yavaş büyümeye devam etti. Okuduğum hiçbir cümleyi anlamıyordum ve bu beni daha da huzursuz hale getiriyordu. Kitabı göğsümün üzerine bırakıp gözlerimi kapattım. Gördüğüm tek şey lacivert renkli bisikletin gidonundan kaçmak ister gibi sallanan inci tanesiydi.
Serkan'ın bisikletinde asılı duran incinin bir anlamı var mıydı?
Adımın İnci olmasıyla bir bağı var mıydı?
Yoksa bu düşündüklerim, hayatım boyunca nefret ettiğim bazı insanlardaki 'kendini dünyanın merkezi görme' durumu muydu? O aptal insanlara mı benziyordum artık...
Hem ne demişti Serkan?
"İnci ilgi alanıma girebilecek bir kız değil. Pek benim tarzım değil"
Neden bu kadar canımı yakmıştı bu sözler... Orada sadece ufak bir çizikken, burada... Koca yaralar gibi kanıyordu şimdi.
Telefonum komodinin üzerine korkunç bir zırıltıyla titredi:
"Düşünmeden edemiyorum, ne güzel bir gündü."
Mesajı birkaç defa okudum. İki hafta önce Yalçın'la konuşabileceğimi bile düşünmüyordum. Oysa şimdi bana mesaj yazıyordu ve ben ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Telefon yeniden titredi:
"Yarın ne yapıyorsun?"
Telefonu hiç elime almamış gibi olduğu yere koyup kendimi yeniden yatağa bıraktım.
Kitaplarım, insanlara karşı mesafem, herkese tuhaf gelen bakış açım ve soğukluğumla kantinin kenardaki masasında oturup diğerlerini izleyen kız olmayı özlemiştim. Evet, şimdiden özlemiştim bunu. Oysa şimdi tüm bunlar çok uzakta kalmış gibi hissediyordum. Kendimi uykuya teslim etmeden hemen önce düşündüğüm son şey de buydu...
Zil çalınca uyandım. Üzerimde battaniye vardı. Kitap başucumda duruyordu. Ve daha da önemlisi sabah olmuştu! Zil yeniden çalınca yataktan fırladım.
Seda hırsla içeriye girdi. "Uyuyor muydun?"
"E-Evet! Akşam kitap okurken dalmışım. Annem üzerimi örtmüş. Saat kaç?"
"Ona geliyor. Çok uyuduğun belli. Yüzün davul gibi olmuş." Seda kıkırdadı.
Aynadaki yüzüme baktım. "Şu gözlerimin haline bak! Kurbağa gibi şişmiş Seda!" diye inledim. Seda yeniden güldü. "Ben on bir saatte böyle uyandıysam Uyuyan Güzel kim bilir nasıl uyanmıştır, düşünsene!"
Gülüşerek mutfağa girdik. Seda sandalyeye oturdu, çantasından bir poşet çıkardı. İçinde buraya gelirken fırından aldığı tazecik simitler vardı. Hemen çay koydum ve odama gittim. Yalçın'a cevap vermemiştim... O da başka bir şey yazmamıştı.
Mutfağa geri dönüp Seda'ya Yalçın'ın mesajlarını gösterdim. Cevap veremeden uyuduğumu söyleyince Seda yine ondan hiç beklemediğim bir tepki gösterdi: İlgisizce yüzüme baktı. O zaman durdum, karşısına oturdum.
"Neyin var Seda?"
"Konuşmamız gerek İnci. Gerçekten... Bu canını sıkacak."
Yutkundum. Ne geleceğini tahmin ediyordum. Konu Tuğba'ya bağlanacaktı. Yine de karnımın kasılmasına engel olamadım. "Seni dinliyorum."
"Sezen dün okulda bir şey söylemedi. Sakin olmamı, eve gidince konuşacağımızı söyledi. Okul çıkışı sizden ayrılıp eve gittiğimde o çoktan gelmişti. Bak, Sezen'i biliyorsun, Tuğba'nın tayfasından... Sözüne güvenmek istemezdim ama gerçekten çok ciddiydi."
"Ne dedi?" dedim. Seda derin bir nefes aldı. Konuşmaya devam etti:
"Biliyorsun Tuğba ve Yalçın'ın geçmişi biraz eski. İlk yıldan beri birliktelermiş. Geçtiğimiz yaz... Yaz tatilinde yani... Tuğba... hamile kalmış."
Kulaklarıma bir şey oldu. Kulağımın en içinden kopan bir çığlık bütün evreni sarmış gibiydi. Sonsuz bir uğultu parmak uçlarıma kadar yayıldı. Yankılandı: "Tuğba hamile kalmış."
"Yalçın'ın ailesi de durumu öğrenmiş. Onlarda da epey sorun olmuş. Hatta konu o kadar büyümüş ki Yalçın'ın annesi ve babası boşanmış. Tuğba çocuğu doğurmak istemiş. Okulu bırakmaya da hazırmış. 'Son senemi dışarıdan bitiririm' diyormuş. Ama Yalçın istememiş. Gidip zorla bebeği aldırmışlar. Tuğba ciddi psikolojik yardım almış. Hala daha bu olayı atlatamamış. Haftanın iki günü doktora gidiyormuş. Yalçın'ın Tuğba'dan ayrılamamasının sebebi de bu suçluluk duygusuymuş. Sezen, ne olursa olsun Yalçın Tuğba'ya döner; bu yüzden onun önüne çıkmayın, diyor"
Çaydanlıktaki su öfkeyle taşınca Seda hemen ocağa gitti, çayı demledi. Dönüp bana baktı.
"İnci, iyi misin?" diye sordu "Biliyorum seni çok sarsacaktı. Ama öğrenmek isteyeceğine emindim. Böyle bir şeyi bilmen lazımdı..." Elini omzuma koydu, yavaşça sıktı. Omzumu sıkan elini tutup gülümsemeye çalıştım. Seda en doğru şeyi yapmıştı.
"Evet, bunu bilmek isterdim" diye fısıldadım. "Sadece şu an, bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hanımeli Kokusu
ChickLitKapıdan çıktığımda onunla yüz yüze geleceğimi bildiğim gibi dudaklarımdan dökülecek olanları da biliyordum. Onu sevdiğimi söyleyecek, gözlerinin siyahındaki kırgınlığı görecektim. Aşk böyle bir şeydi işte... Bile bile ölüme gidiyor ve bunun için bir...