"Rehberlikte neler konuştuğunuzu söylemedin hala..."
Yalçın'la yol üzerinde bir kafeye girdik. İçeceklerimizi alıp cam kenarındaki masalardan birine yan yana oturduk.
"Evet, Berk ve Seda'nın konusuna girince unuttum." Kolamdan bir yudum aldım. "Edebiyatçı Funda Hoca da oradaydı ama daha çok Ayşe Hoca konuştu." dedim.
"Ah!" diye alnına vurdu Yalçın. "Funda Hoca mı? O kadından nefret ediyorum. Suratsız domuz!"
Şoke olmuş bir halde Yalçın'a baktım. En sevdiğim öğretmen için böyle mi konuşuyordu gerçekten!
"Böyle dediğine inanmıyorum" dedim hayal kırıklığıyla. "O benim en sevdiğim öğretmen..."
"Ciddi misin?" derken kaşlarını kaldırdı Yalçın. Söylediğim şey imkansızmış gibi yüzüme bakıyordu.
"Evet, ciddiyim! Neden bu kadar şaşırdın?"
"Bilmiyorum... O çok suratsız. Çocuğu yokmuş sanırım. Bu yüzden çocuklardan nefret ediyormuş. Ayrıca dersi de çok sıkıcı... Edebiyat dünyanın en sıkıcı dersi değil mi sence de?"
Cevap vermedim. Yalçın'ın bu söylediklerine cevap vermek bana zaman kaybı gibi göründü. O yüzden asıl konuya odaklandım: "Tuğba'nın olayından haberim olup olmadığını sordular" dedim büyük bir ciddiyetle. Yalçın'ın hemen yanımda gerildiğini hissettim.
"Peki, sen ne dedin?"
"Seninle hafta sonu çıkmaya başladığımızı ve Tuğba'nın bazen entrikalara başvurduğu için endişeli olduğunu söyledim."
Yalçın gözle görülecek kadar rahatladı. "Teşekkür ederim" dedi. Kolamdan bir yudum daha aldığım için yine cevap vermemeyi tercih ettim. Ne için teşekkür ediyordu? Yalan söylediğim için mi!
"Beni dersten niçin çıkardığını da sordular" dedim. Yalçın merakla yüzüme baktı. "Bana olayları anlatmak için dördüncü kata çıkarttığını, durumu açıkladığını söyledim." Dördüncü kattan bahsederken karnıma yumruk yemişim gibi hissettim. Tuvaletteki kızın yaptığı taklit kulaklarımda çınladı: "Ayyyhhh... Ahhh... Yalçınnn... Yalllçınnn... Immhhh..." Tiksintim yüzüme yansımasın diye var gücümle çabaladım.
"En azından bu konuda yalan söylemek zorunda kalmamışsın" dedi Yalçın bana sarılırken. Ben de ona sarıldım. "Çok teşekkür ederim" diye fısıldadı. "Önemli değil" diye cevap verdim bu kez.
Yalçın geri çekilip yüzüme baktı. "Rahatsız olduğun bir şey var, İnci. Bunu anlıyorum" dedi. Rahatsız olduğum birçok şey vardı. Bunları konuşup, sorabileceğim tek kişi Yalçın'dı ama ben hiçbirinden bahsetmek istemiyordum. Belki daha fazla yaralanmaktan korkuyordum, belki de bunları konuşmanın bana bir yararı olmayacağından...
"Son günlerde çok şey yaşadım..." dedim ustaca. Son günlerde hem çok şey yaşamış, hem de resmen yalan söyleyip bir şeylerin üstünü örtmeyi öğrenmiştim. İnsanlar masumluklarını böyle mi kaybediyordu?
Yalçın yüzüme doğru eğildi, dudaklarını dudaklarıma değdirdi. Karnımdan başlayan bir kramp tüm bedenime yayıldı. Geri çekilip gözlerimin içine baktı: "Biliyorum" dedi. "Ama zor zamanlar birbirimize daha fazla yaklaşmamızı sağlayacak. Ben buna inanıyorum."
"Zor zamanlar insanları birbirine yakınlaştırıyor mu gerçekten?" diye sordum.
"Elbette. Elbette yakınlaştırır. Sen öyle düşünmüyor musun?" Yeniden eğildi, bu kez dudaklarımı daha uzun bir öpücükle okşadı.
Yalçın'ın dudakları benimkilerin üzerinde dans ederken, zor zamanların insanları birbirine yakınlaştırıp yakınlaştırmadığını düşünüyordum... Öyle olsaydı, Tuğba ve Yalçın'ın şu an birlikte olması gerekmez miydi? Yalçın'ın anne ve babası çocukları yüzünden yaşadıkları zor zamanda neden yakınlaşmak yerine daha da uzaklaşıp kopmuşlardı? Peki ya annem ve babam? Onlar niçin ayrılmıştı?
Yalçın'la ayaküstü bir kafenin sarı renkli deri koltuklarında öpüşürken, caddenin diğer tarafında servise çıkmış olan Serkan'ın beni gördüğünü bilseydim, Yalçın'a daha da yaklaşır mıydım?
Cevapsız sorular... Her yere dağılıyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hanımeli Kokusu
ChickLitKapıdan çıktığımda onunla yüz yüze geleceğimi bildiğim gibi dudaklarımdan dökülecek olanları da biliyordum. Onu sevdiğimi söyleyecek, gözlerinin siyahındaki kırgınlığı görecektim. Aşk böyle bir şeydi işte... Bile bile ölüme gidiyor ve bunun için bir...