Okul çıkışı Seda'nın yağmur gibi yağan sorularını duymazdan gelmeye çalıştım. Rehberlik odasının kapısı kapalıydı. Odayı koridor boyunca kaplayan camın jaluzileri de tamamen örtülmüş olduğundan içeride olup bitenlerden kimsenin haberi yoktu.
"Gördüğün kadının Yalçın'ın annesi olduğuna emin misin? Belki de Tuğba'nın annesiydi?" dedi Seda.
Seda, ders boyunca pencereden bahçe kapısını izleyip gelen gideni takip ettiğimi biliyordu.
Okula geldiğinde son derse yeni girmiştik. Sarı saçları, Ocak ayının gri havasında bile parlıyordu; mantosunun yakasını boğazını soğuktan korunmak ister gibi tutmuş, hızlı adımlarla okula doğru ilerleyen kadının Yalçın'ın annesi olduğuna emindim. Çünkü Yalçın, annesinin yüzünü almıştı.
"Yalçın'ın annesi olmalı. Yalçın, annesinin ve babasının ayrı ayrı geleceğini söyledi. Tuğba'nın ailesi birlikte geldi zaten."
Tuğba'nın anne ve babası baştan ayağa endişe içinde görünüyorlardı. Birbirlerine sokulmuş olarak girmişlerdi okula. Tuğba'nın etnik yüzü, çekik gözleri babasına çekmişti... Annesi neredeyse yusyuvarlak görünen kısa boylu akça pakça bir kadındı.
Son zil de çalınca yavaş yavaş dağılan öğrenci kalabalığının arasında okul binasından çıktık. Seda kolumu dürttü. Gösterdiği yere baktım. Bahçe kapısının hemen yanında Berk, Soner ve adını bilmediğim iki kız bekliyordu. Berk bizi görünce elini kaldırdı.
"Sizi bekledik. Yalçın'la konuşma fırsatı bulabildiniz mi?" dedi yanlarına vardığımızda.
"Evet, bulduk." diyerek kısa kestim. Konuşmak istemiyordum.
Berk, Yalçın hakkında konuşmak istemediğimi anladı, yanında duran kızlardan kısa boylu olanı işaret etti: "İnci, bu Gamze," dedi, "Soner'in kız arkadaşı." Gamze'nin yanındaki esmer kızı işaret etti: "Bu da Melike." Sonra sırıtarak Seda'yı gösterdi: "Seda da İnci'nin en yakın arkadaşı" diye ekledi. Gamze ve Melike önce benimle sonra da Seda ile el sıkışıp gülümsediler. Tanışmamız bu akıl almaz bir günde olmasına rağmen kızların gülümsemesindeki samimiyeti görünce rahatladım.
"Geçmiş olsun" dedi Gamze. Duru bir konuşması ve yumuşak bir sesi vardı. "Her şey yoluna girer. Merak etme" diye ekledi. Çevremde birden, bana çok fazla moral veren insan olmuştu. Okul binasına baktım. Yalçın'ın orada, kapalı kapılar ardında hesap verdiğini düşününce kalbim sıkıştı.
"Yoluna girer demekle olmuyor, değil mi?" dedi Gamze acı acı gülümseyerek.
"O aptal kızdan nefret ediyorum. İlgi orospusu, ne olacak!" diye tısladı Melike. Hepimiz ona dönünce yere tükürdü. "Ne var! Siz de aynısını düşünüyorsunuz!" diye bizi azarladı.
"Biraz kız gibi davransan fena olmaz" dedi Soner. Gamze susmasını işaret eder gibi koluna vurdu. Berk gülünce Seda da kıkırdadı. Tanrım! Seda ne kadar sık kıkırdamaya başlamıştı böyle!
Seda'nın neşelenmesiyle ben de biraz gülümsesem de biraz sonra herkes dağılıp yoluna giderken, yalnız başıma otobüs durağına doğru yürümeye başladığımda yine kendi siyah düşüncelerime dalmıştım. Sabah bu yolda Yalçın'la el ele yürürken, birkaç saat sonraki çıkışta olayların bu kadar farklı olacağını hiç düşünmemiştim... Ama olmuştu işte. Otobüsü beklerken de, otobüse bindiğimde de insanların hayatlarının nasıl bu kadar hızla değişebildiğini düşündüm. Hayatın içindeki depremleri de, tıpkı yeraltındakiler gibi asla tahmin edemiyordunuz. Ummadığınız bir anda kocaman kayaların altında kalıyordunuz.
Hayatımız boyunca kaç depreme yakalanıyorduk?
Kaçından sağ çıkabiliyorduk?
Nasıl yaralar alıyor, nasıl yeniden ayağa kalkabiliyorduk?
Otobüsten indim. Yol üstündeki çorbacının önünde lacivert bisikletinde oturmuş Serkan, beyaz önlüklü adamla konuşurken beni görünce elinde tuttuğu kırmızı şapkasını başına geçirdi; bana bakarak sırıttı.
Peki, insanlar hayatları boyunca kaç kere hiç bilmeden kendi adımlarıyla bir depreme doğru yürüyordu?
Tanrım! Hiçbirinin cevabı yoktu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hanımeli Kokusu
ChickLitKapıdan çıktığımda onunla yüz yüze geleceğimi bildiğim gibi dudaklarımdan dökülecek olanları da biliyordum. Onu sevdiğimi söyleyecek, gözlerinin siyahındaki kırgınlığı görecektim. Aşk böyle bir şeydi işte... Bile bile ölüme gidiyor ve bunun için bir...