Görünmeyen ufuklarım rüzgârla doldu, okyanusta boğuldu, sisle birlikte kayboldu. Boşluk hissi dalga dalga tüm benliğimi altüst ederken tahta kafesimin içinde cebelleştim. Bedenim yorgun, ruhum haykırışlar içerisindeydi. Kimse işitmedi. Yalnız doğmuştum, yalnız başıma ölüme gidiyordum. Farklı olan ben miydim? Duygularım bir nebze de olsa diğer insanlarınkini anımsatamaz mıydı? Neden sesimi çıkaramıyordum?
Ailemin gözlerimin önünde ölümün eşiğinde oluşuna ses çıkaramamışken elbette buna da diyecek bir şeyim olmazdı. Olan bir şeyin devam etmesini izlerdim ancak. Bir yıl içinde ummadığım kadar yorulmuş, aynı zamanda gülümsemiştim. En çok da bugün. Yorgunlukla gülümsedim yanağımdan dökülen usulca yaşla.
Ne ara dış kapıya ulaşıp dışarı çıkmış, ne ara rastgele geçen bir taksiye binmiştim, farkında bile değildim. Dışarı çıkacağımı bilmedikleri için ne yanımda ne de peşimde birileri vardı. Peşimdeki görünmeyen katilleri saymıyordum.
Duygularım karışmadı. Boşaldı. Yağmur gibi gözyaşı gibi. Sel misali toplanıp gitti tüm hislerim. Ömrüm, camdan dışarı baktığım ağaçlar kadar hızlı geçiyordu gözümün önünden. Ağaç gibi değişiyordum her mevsim. Yapraklarımı dökerken Bedir'e rastladım. Çıplak gövdemle bir sonraki mevsimi bekledim. Tekrar doldu dallarım mükemmel hislerle. Daha da ferahlaştı her seferinde. Ta ki sonbahara gelip yeniden yapraklarımı dökene dek. Yeniden çıplak kaldım. Hislerim döküldü.
Beyaz babetli ayaklarımın istikametini şirkete çevirdim. Benim şirketime. Gülümsedim. Hiçbir şey benim değildi. Bunların hiçbirine yakışmıyordum. Tüm bakışlar eşliğinde ilerlerken asansörü kullanmayıp merdivene yöneldim. Almam gereken tek bir şey vardı. Sonrasında ise sonsuza dek burayı terk edecektim. Ofise girip kapıyı kapattığımda boş boş odaya baktım. Hiçbir şey bana ait değildi. Yavaş adımlarla çalışma masasına yürürken yalnızlığım tarafından alkışlandım. Kimse yoktu. O kadar iyi beynime kazınmıştı ki Bedir varsa herkes vardı. Onunla birlikte yalnızlıktan kurtulmuş, onsuzluğu tadınca ise tamamen yalnızlığımın içinde kendimi kilitlemiştim. O benim herkesimdi, şimdi ise hiçbir şeyini üzerimde bırakmamıştı.
Hülya'nın aldığı üçlü ahşap çerçeveyi elime aldım. Tek bir boş alan vardı. Ailemin fotoğrafı ve Bedir'le olan muhteşem gecemizin ardından çekilmiş bir fotoğraf dolduruyordu iki alanı. Muhteşem gece... Gülümsedim. Gözlerim de dudaklarıma eşlik etti gülümserken. Çenemden masaya damlayan yaşlara hiçbir şey düşünmeden baktım. Yanan gözlerim kapanmak için büyük bir mücadele verse de etrafıma dipdiri bakmayı başarabildim. Bir ölü için dünyaya bu kadar çok bakmak fazlaydı. Bileğimin sancısıyla gözlerimi yumup yere çöktüm. Ayağımın acısı şimdi çıkmaya başlamıştı tüm diğer acılar gibi. Odayı sessiz ama tüm çığlıklarını benim duyabildiğim hıçkırıklarım doldurdu. Kimse duymuyordu. Görünmez ve duyulmazdım. Sancıyan gözlerimi zorlukla açıp parmaklarımın arasındaki çerçeveye hissizce indirdim. Ağlıyor olabilirdim fakat her gözyaşı bir duyguya bağlı değildi. Artık değildi. Sağ bölümden ailemin fotoğrafını çıkarıp diğer fotoğrafa bakmadan ahşap çerçeveyi masanın üzerine bıraktım. Parmaklarımla yerden destek alıp zorlukla ayaklandım. Son mirasımı da alıp arkamı dönmüştüm ki boynumda hissettiğim ağırlıkla yüzüm acıyla kasıldı. Parmaklarım boynuma yönlenip gizli hazineme dokundu. İskeletşe. Kolyeyi boynumdan çıkarıp çerçevenin solunda kalan fotoğrafımızın üzerine bıraktım.
Ağrıyan bacağımı sürüye sürüye kapıya yöneldiğimde gözlerimdeki okyanusu durduramadım. İki avucumla kapıya sinirle vurup avuç içlerimi zonklattım. Bir kere daha vurdum. Ve bir kere daha... Hissiz değildim. Bu nasıl hissizlik? İçim yanarken nasıl bir şey hissetmediğimi söyleyebilirdim? Ruhumun kanları her yere damladı ama kimse görmedi. Kendi kendime bile yardım edemiyordum. Sonumun böyle olacağını bilseydim, kaçar mıydım o masadan? Kapının eşiğine eğilip alnımı yasladım. "İçimi ne söndürebilir Bedir?" diye fısıldadım puslu gözlerle kapıya. "Tek güvendiğim senken kendimden dahi şüphelenirken..." Başımı iki yana salladım. "O sen olamazsın." İkisinin arasına giren bendim. Kafesimin tahta kapısı bu defa tamamen kapandı. Doğduğun gün beni öldürdün. Seninle birlikte yaşamak isteyen küçük kuşu boğdun. "Ben bugün öldüm ÖZÜKAN. Beni soyadıma bulayan sen oldun." Son cümlemle iyice fısıltılara boğuldum. Gözlerimi kırpıştırıp alnımı kapıdan çektim. Afallamış gözlerle etrafıma bakarken bir an nerede olduğumu kestiremedim. Yere düşen ailemin fotoğrafını alıp göğsüme bastırdım, ayağa kalktım. Buradan, her yerden gitmeliydim. Elimin tersiyle gözlerimi, yanaklarımı sildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİNİKŞE (Kitap Oldu)
Teen FictionÖlüm saati geldiğinde oturulan o masa saniyeler içerisinde kavrulacaktı. Ve kavruldu. Kimisi o masada bedenini kaybetti. Kimisi o masadan bedenini kurtarmaya çalışırken ruhunu kaybetti. Ailemin ölümüne gözlerimle şahit olmuştum. Benim de onlarla öl...