53-Varlık

4.9K 246 78
                                    

Gözlerim yeşilliğe daldı ya da sonbaharın göçebe ettirdiği, yazın geride bıraktıklarına işledi. Sararmış yaprakların bir bir dökülüşünü izledim. Onlar dahi tane tane dökülürken hayatım bir anda rüzgarın döngüsüne kapılıp boşluğa düşüyordu. Ben düşüyordum. En ufak bir şeyle küçük mutluluklar dolardı bedenimize. Ruhumuz ise küçük mutlulukları emer, içinde en kocamanına yer verirdi. Benim ruhumun ise içinde büyüttüğü en büyük şey karamsarlıktı. Çıkamıyorum, paçalarımdaki kiri ne kadar silkelesem de katran dizlerimden yukarı hızla yayılıyordu. Büyük bir şeyin ortasındaydım. O inciyi aldığımdan beri yaşamıyordum.

Ölüme imzamı atmış, günümü bekliyordum.

Gözlerimin önünde dumanı tüten kahveyle bakışlarımı yana kaydırdım. Aydız gülümseyerek fincanı almam için neredeyse ağzımın içine sokarken gözlerimi yeniden dışarı çevirip yere düşmekte olan sarı yaprağı irislerimle yakaladım. Sıcak kahve yudumları boğazımdan dökülürken midemde soğumayacaktı, aksine içimde kavrulan ateşin döngüsüyle duvarlarımı cayır cayır yakacaktı. Yanmak. İçine girmeye korktuğum, dıştan izlemeyi sevdiğim şeydi. Karanlıkta yüzümü aydınlatan şey sevdiklerimin tutuşan bedenleriydi ve o aydınlık körükleniyordu, beklenen gün geliyordu.

Kendimi suyun yüzeyinde dolaşan balık gibi hissediyordum. Nefes alıp almamak arasında gidip gelen yaramaz bir balıktım. Belki sadece bugün değil, her gün böyleydim. Ne suyun altındaki güzelliklerle yaşayabiliyordum ne de su üzerindeki muhteşemlikle. Sadece sınırdaydım. Bütün her şeyden mahrum kaldığım gibi önüme sunulan fırsatları da değerlendiremiyordum. ''Şehnaz! Kolum ağrıdı ama. Zartane bile bu kadar uğraştırmıyor adamı,'' diyerek huysuzlandı Aydız.

''Sen adam mısın ki abla?'' Yıldız'ın sorusuyla Aydız'ın ölümcül bakışlarını üzerine çektiğine emindim onlara bakmasam bile.

''Biraz boğaz havası alalım kız kıza isterseniz. Böyle durmaya devam edersek Şehnaz dökülen tüm yaprakların DNA'sına kadar ezberleyip robot resimlerini çizdirebilir.'' Hülya'nın sesini duymak tuhafıma gitmemişti çünkü ona takılamayacak kadar doluydum. Neye dolu olduğumu da bilmiyordum. Bir bulabilsem kendimi. Çok kaybolmuştum. Omuzlarımda hissettiğim yumuşaklıkla başımı çevirmeden Hülya'nın uzun sarı tutamı gözlerimin önüne düştü. ''Ben iyileştim, şimdi de sen mi bozuluyorsun Minikşe?'' Boynuma sarıldı. ''Sana yakışmıyor. Toparlanmalısın. Dağılırsan eğer ağabeyim de parçalanır. Dıştan göstermez, içine girsen bütün parçaları toplayıp da bir araya getiremezsin. Elbet biri eksik kalır. O yüzden sen iyice kafayı dağıtmadan kalkıyorsun, üzerini değiştiriyorsun ve hep beraber dışarı çıkıyoruz.''

~

İnce belli bardaklardan tavşan kanı çayımızı içerken Yıldız'ın huysuzluğu bitmiyordu. ''Boğaz havası alalım dedik, kahvehaneye tıktın bizi abla!'' Hülya, Yıldız'a gülümsedi.

''Sana gel diyen mi oldu, gökten yere düşen fazlalık Yıldız? Gelmeseydin. Ayrıca hastayım ben bu tip mekanlara. Baksanıza adamlık kokuyor adeta.'' Ben de Hülya'ya eşlik edip kız kardeşlere gülümsedim.

''Cinsiyetin kesinlikle doğmadan birkaç saniye önce değiştirilmiştir abla. Başka bir açıklaması olamaz.'' Çayından bir yudum almasıyla yüzünü buruşturup dilini dışarı attı. ''Bari çayımı açık söyleseydin. Çok demli.''

Kardeşler mırıltılarını kesmeden itişmelerine devam ederken gözlerimi mavi deryalara daldırdım pencere arkasından. Hava bulutluydu. Sonbahar kendini gösterircesine denizde dalgalarını biriktirmiş, kayalıklarda dövünüp duruyordu. Ben de dalga gibiydim. Kayaya çarpmıyordum fakat ondan da sert bir cisme vurup duruyordum. Vicdanım. Arzu'yla asansörde mahsur kaldığımızda aklımda oluşturduğu sorudan beri vicdanım mola vermeden canla başla çalışır olmuştu. Bu kadar zamandır neredeydi peki? Benim düşünmem gereken sorular neden ilk önce yabancı birinin aklında oluşurdu ki?

MİNİKŞE (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin