49-Kara İnciler

4.2K 257 258
                                    

Aralıklı demirlerin arasından insanın istediği ve gözüyle gördüğü şeye bakması gerçekten muzdaripti. Karşı karşıyaydık. Bir kere daha böyle bir şey olmuştu. Yaptığımız şeyin saçmalığına varıp mesafeden kurtulmak istemiştik.

Kurtulamamıştık.

Küçük demir kurşun aramıza girmişti. Şimdi de öyleydi. Bedenin canı yanmasa da bu defa ruh acıyordu. Aramıza demirler girmişti. Aklıma dolan görüntü kanımı dondurdu. Bedir evimdeydi. Küçük, herkesten gizlendiğim evimde. Parmaklıklar arasında onu izliyordum. O ise masama oturmuş, elindeki silahla ilgileniyordu. Gözlerimi yumdum. Rüyamı hâlâ yaşatıyordum. Aramıza yine parmaklıklar girmişti.

Oturduğu yerde kıpırdandığında sandalye gıcırdadı. Oturuşunu değiştirirken zerre yerimden kıpırdamadım. Koyu kahve tahtaya oturmuş, dizlerimi karnıma çekmiş, kollarımı etrafına dolamıştım. Nezarethane biraz serin gelmişti üzerimde hırka olmasına rağmen. Hâlimi belli etmeyip onu seyretmeye devam ettim. Kara incileri yüzümden ayrılmıyordu. Dirseklerini dizlerine yaslamış, parmaklarını birbirine kenetleyip çenesinin altında birleştirmişti. Konuşmamız gerekiyor muydu?

Sessizliğimiz dahi birbirini dinler olmuştu.

"Şu an buradayım. Ailemin cinayetinden dolayı bir numaralı şüpheliyim. Biliyor musun Bedir? Ben bile kendimden şüphelenir oldum artık. Yorgunum. Bu çözülemeyen dava bir sonuca varsın diye müebbet yemeye razıyım. Yorgunum. Aklımda karışacak yer kalmadı. Dertlerimden ziyade damarlarım beynimde daha düzenli görünüyor. Yorgunum. Her şey de yanımda olmandan, düzenli hayatının karmaşıklığıma karışmasından, seni de kendimle birlikte toprağın altına gömmekten yoruldum. Her şeyden yorgunum."

"O hâlde tahta kafesinin içine girebildim?"

Tahta kafes. Hiçliğimin sembolü, bir zamanlar aklımda yankılanan his. O kadar yorgundum ki ona tahta kafesimi anlatıp anlatmadığımı hatırlayamadım. Sormak da istemedim. "Hayır, giremedin. Orada da aramızda parmaklıklar var. Ama tahtadan.. Ben kafesimle boğulurken sen dışarıdan batıyorsun benimle birlikte toprağa."

"Olsun. Seninle batmakta dünyanın güzellikleri arasında."

Kirpiklerimin arasından boş bir bakış attım kara incilerine. Boş bakışlarımı doldurabileceğinden emindim. Yaklaşan adım sesleri de çekemedi gözlerimi gözlerinden.

"Yalnız hanımefendi. O ayaklarınızı oturaktan çekseniz iyi olur." Polis memurunun sesiyle sessiz ortam elle tutulur cinsten bir süre daha da sessizleşti. Güldüm. Ayaklarımı yere indirip düzgünce oturdum.

Bedir'in gözleri hafif kapanır gibi olduğunda çekik gözleri bir an sonuna kadar açılıp polis memuruna kaydı. "Sizi sayıyla mı veriyorlar bana?" Fazla sakin olan sesi ona yakışacak derece de ürkütücüydü.

"Nezarethane her boşaldığında oraları a'dan z'ye çamaşır suyuyla silen benim. Bak ellerime. Bak, bak..." Polis memuru elini Bedir'e uzattığında uzun ince parmaklarıyla memurun tenine şaplağı indirip birkaç gün silinemeyecek bir iz bıraktığına emindim gecemin sahibinin. "Siz ne yaptınız?" Memur dudaklarını aşağı sarkıtıp elinin yüzeyini ovuştururken görüntüme başka bir memur girdi.

"Bedir Bey. Siz bunun kusuruna bakmayın. Titizlik hastasıdır," derken yeni gelen adam polis memurunun kulağını çoktan tutmuş, ileri doğru çekiştiriyordu. Yeniden yalnızlaştık.

"Hayatıma bir tane normal insan girmiyor." Gözlerimi kırpıştırdım. Bir bakıma haklıydı. Ailesinden tut, çevresine kadar herkes de değişik huylar vardı. "Hiç bakma bana öyle. Sen de anormalsin." Bu defa daha çok kırpıştırdım gözlerimi. Bana anormal dedi. Bu söylediğinde de haklıydı. Bu adam hep haklıydı. "Sana anormal demem de bir sıkıntı var mı?"

MİNİKŞE (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin