Taşınalı yaklaşık iki hafta olmuştu. Okula başlayalı bir hafta. Peki hala alışamamam normal miydi?
Benim açımdan olaylara bakarsak, yeni insanlarla tanışmayı sevmiyordum. Okulu sevmiyordum. Üniversite sınavını sevmiyordum. Yaşadığımız saçma salak, minik kasabamsı yeri sevmiyordum. Arkadaşlarımı, babamı özlüyordum. Okuldaki sessiz tavrımdan dolayı benimle pek iletişim kuran da olmamıştı. Yani Kanada'dan gelen yeni sessiz, ifadesiz bir kızla durup dururken kim konuşmak isterdi ki? Kendime bile soruyordum bu soruyu, çünkü benim yerimde başkası olsaydı ben de konuşmazdım.
Tabii ki iletişim kurmaya çalışan birkaç sevecen kız olmuştu. O birkaç dakikalığına kendimi iyi hissetsem de kızların isimleri aklımda bile değildi. Yujin? Yok, YunSeo. Emin değildim.
Şu an ise annemle karşılıklı dikdörtgen masada oturmuş akşam yemeği olarak erişte yiyorduk. Masanın üzerindeki sarı lamba bu akşamüstünde tek ışık kaynağımızdı. Masanın hemen yanında yerde, büyük ve uzun tüyleriyle iştahla köpek mamasını yiyen Rain arada havlıyordu. Evde koliler tam olarak boşalmış olsa da mutfak ve salonda dağınık şekilde duran bibloların üzeri toz kaplamaya başlamıştı bile.
"Okul nasıl geçti?" Annem demir chopsticklerini birbirine vurarak yemeğini yemeye devam ederken ona bakma gereği duymadan omuzlarımı silktim. Annem Walter's adlı ünlü bir dergi firmasının fotoğraf ve kapak düzenleyicisiydi. Eve bazen çok erken, bazense çok geç geliyordu. Gelmediği zamanlar da olmuştu.
"Aynı." Erişteyi didikledim. "Babam numarasını mı değiştirdi? Hattın kapandığını söyleyip duruyor."
Konunun aniden babama geçmesi annemi sinirlendirmiş ve şaşırtmış olacak ki yüzü gerildi fakat aynı tonda konuşmaya devam etti. Bu huyuna sinir oluyordum. "Bilmiyorum tabii ki. Ben nereden bilebilirim onun ne yaptığını?" Eriştesini ağzına doldururken hala bana bakma zahmetinde bulunmuyordu. "Onu arayıp rahatsız etmemem için yapmış olabilir. Sen de onu rahatsız etmezsen iyi olur Melody Park."
Melody benim Kanada'da kullandığım ismimdi fakat takıldığım nokta elbette bu değildi. Onu rahatsız etmememi söylemişti. En fazla ne yapabilirdim ki zaten? Telefondan lazer ışını fırlatıp kulağını delmemi falan mı bekliyordu?
"O dediğin kişi benim babam, anne. Ve onu rahatsız eden ben değilim, sensin." Sandalyeyi sertçe geri çektim ve hışımla oturduğum yerden kalktım. Artık tepeme kadar gelmişti ve dayanamayacak kadar öfkeliydim. Sesim istemeden de olsa yükselmişti ve ellerim titremeye başlamıştı. "Umarım hayatımı mahvettiğiniz için pişman olursunuz."
Arkamı dönüp merdivenlere giderken annem "Konuşmana dikkat et küçük hanım!" diye bağırıyordu. Ergenlik kafa yapmış olabilirdi ama bu konuda haklıydım. Yetişkinliğime atacağım ilk adımlarda yanımda olmaları gerekmiyor muydu? Ne kadar yalnız olduğumun farkına varmaları için ne yapmam gerekiyordu? İntihar mı etmeliydim, evden mi kaçmalıydım?
Odamın kapısını sertçe kapatıp ellerimle yüzümü ovuşturdum. Ellerim titriyordu ve çenem de titremeye başlamıştı. Gözlerim yanarken onları sıkıca kapattım. Sırtımı kapıya yaslayıp yavaşça aşağıya kayarken hıçkırık boğazımdan yükselmişti bile. ellerimi yüzümden çekip dudaklarımı sol koluma bastırarak sesin olabildiğince az çıkmasını sağladım. Göz yaşlarım tek tek yanaklarımdan çeneme, oradan da koluma damlarken başım zonkluyordu.
İki haftadır, pardon, annemle babam boşandığından beri bir kere bile ağlamamıştım ama bugün son noktaya gelmiştim. Bedenim hıçkırıklarla sarsılırken ikisinin de bu kadar umursamaz ve kör olmasına anlam veremiyordum.
Kaç dakika geçti bilmiyorum ama güçlü hıçkırıklarım derin iç çekişlere çoktan döndüğünde karşımda duran, perdesi kapalı penceremin diğer tarafından odama doğru bağımsız bir ışık süzüldü. Bir fener ışığını andırıyordu. Işığın parlak dalgaları yaslandığım kapının olduğu duvarda gezinirken sol kolumun tersiyle yüzümü silip ellerimden destek alarak kahverengi soğuk parkede ayağa kalktım. Hızlı adımlarla perdeye ilerlerken ışık bu sefer benim üzerime tutulmuştu. Sol elimle perdeyi tutup sola doğru hızla çektim.
Aramda yalnızca birkaç metre olan diğer pencerenin açık yerinden odama fener tutan Yoonoh'u gördüğümde ona kaşlarımı çatarak baktım. İki elimle pencereyi yukarıya doğru tamamen kaldırdım ardından konuştum: "Ne yapıyorsun sen?"
"Sana da merhaba," Gözlerini devirerek feneri kapadı. Siyah saçları ve üzerindeki beyaz kazakla uykudan yeni uyanmış ve ya saatlerce oynadığı bilgisayar oyununun başından zorla kaldırılmış gibi sıkkın bir görüntüsü vardı. Dediği şeyle zaten tepemde olan sinirlerim binlerce leveli tek hamlede atlarken ona kaşlarımı çatarak baktım.
"Ah affedersin! Merhaba! Günün nasıldı? Eğlendin mi? Peki, odama neden fener tuttuğunu sorabilir miyim acaba?" Ona sinirle konuşuyordum çünkü sinirliydim. Başka bir açıklaması olamazdı, üzgünüm. Eğer odama neden fener ışığı tuttuğunu soramayacaksam özgürlüğüm hakkında kapsamlı bir konuşma yapmak zorunda kalabilirdik.
"Evde elektrikler kesildi ve sizde de kesildi mi diye sormak için dikkatini çekmeye çalışıyordum ama anlaşılan bir daha yapmamalıyım?" Bana tek kaşını kaldırarak baktığında arkamı dönüp karanlık odada ışık düğmesine ilerledim. Bastığımda hala karanlık olan odamdan anlaşıldığı üzere bizde de aynı durum söz konusuydu. Tekrar pencereye ilerledim. "Evet. Kesilmiş."
"Peki, çok yardımcı oldun," Omuzlarını silkti ve dudaklarını birbirine bastırarak gamzesini çıkardı. Bakışlarımı ondan aşağıya, çimlere çevirdim. Birkaç saniye sonra Yoonoh'un yumuşak fakat sert biçimli sesi yeniden duyuldu. "Sen ağladın mı?"
Yutkundum, bakışlarımı ona çevirmeden omuzlarımı silktim. "Hayır. Bunu da nereden çıkardın?"
"Yüzün kıpkırmızı ayrıca sinirini benden çıkarıyorsun? Sence de fazla belli etmedin mi?" Derin bir iç çekti ardından sesi bir tık daha yumuşadı. "Konuşmak ister misin?"
Ona bakıp tek kaşımı kaldırdım. "Bak Jaehyun, dertleşme teklifini çok içten ve şirin bulsam da bu iş sana düşmez, tamam mı? Eğer konuşmak isteseydim konuşurdum. Bir şeylere burnunu sokmadan önce iki kez düşün."
"Tamam, bana Jaehyun dediysen iş ciddi demek ki." Başını salladı, ardından elleriyle başının üzerindeki beyaz pencerenin kenarlarını tuttu. Ben sonunda pes etti sanırken yumuşak fakat sert biçimli sesiyle tekrar konuşmaya başladı. "Bahçenize geliyorum. Aşağıda buluşuruz."
"Ne?-"
Yüzüme pencereyi hızlıca kapatıp bir de perdeyi çektiğinde orada donakalmıştım.
Bu çocuk kendini ne sanıyordu?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
stitches
Fanfic❝ ve madem artık öpücüklerin yok dikişlere ihtiyacım olacak. ❞ ⋟ Aslen Koreli olsa da Kanada'da yaşayan Park SeoNeul tekrar Kore'ye dönüyor. Yeni ev, yeni okul, yeni insanlar derken yan evde oturan Jung Yoonoh ve aynı bedene tıkılı kalan diğer k...