"Cidden!" Pencereyi kapatırken sinirle bağırdım. Perdeyi sertçe çekerek dolabıma ilerlerken saçlarımı ensemde topladım.
O inatsa ben iki kat inattım. Ama bu durumda bir de zilimize basıp annemle karşılaşmasını istemediğim için başka çarem de yoktu. Üzerime siyah bir hırka geçirip altımdaki siyah-kırmızı kareli pijamaya aldırmadan odamdan hızlıca çıktım. Merdivenleri inerken hırkamın önünü yarıya kadar kapattım. Saçımdaki tokayı çıkartıp önüme gelen tutamları kulağımın arkasına sıkıştırırken merdivenleri tamamen indim. Etraf karanlık olsa da annem anlaşılan mumları yakmıştı çünkü kırmızımsı bir ışık yayılıyordu. Salondaki koltuklarda bilgisayarı ile yine kapak yapımında uğraştığını gördüğümde ona seslenmeden spor ayakkabılarımı dolaptan aldım. Kapının soğuk metal kulpunu tutup açtığımda "Arkadaşımla buluşacağım," diye mırıldandım ve kapıyı cevap vermesine izin vermeden kapattım. Ona hala kızgındım. Ve ben birisine gerçekten kızdıysam, kolay kolay affedemezdim.
Beyaz verandadan aşağı atladığımda sol taraftaki çimen çitlerin ardından yukarıya doğru bir el uzandı ve işaret parmağıyla beni işaret etti. Bilmiş bir ses konuşurken gözlerimi devirip oraya ilerledim. "Geleceğini biliyordum."
Çitin diğer tarafında durdum. Yüzü gözükmüyordu çünkü çit fazla uzundu. Hafifçe gülümsedim. "Evet çünkü kapıma gelmeni istemedim."
"Öyle bir şey yapmazdım." Hala aramızda çit vardı.
"Evet yapardın Yoonoh."
"Evet doğru, yapardım." Güldüğünü duydum. Kollarımı göğsümde birleştirdim.
"Biraz daha çite bakarsam yaprak kusmaya başlayacağım. Normal konuşamaz mıyız?" Ve tekrar gülüşü duyuldu. Ardından sesi. "Tabii, parka gidelim."
Kollarım hala göğsümde birleşikken adımlarımı bahçenin çıkışına yönlendirirken yüzümdeki gülümseme silinmiyordu. Kulağıma gelen yaprakların hışırtısı ve rüzgarın hafif uğultusu dışında uzaktan gelen araba sesleri vardı. Sessiz bir geceydi. Çoğu evin lambaları yanmıyordu, hatta sokak lambaları bile yanmıyordu. Uzaktan gelen bir parıltı dışında etraf karanlıktı ama görmesi zor değildi.
Bahçeden çıkıp gri kaldırımda Yoonoh'un yanına doğru ilerledim. Üzerinde siyah bir hırka, altında da aynı renk eşofmanı ile spor ayakkabıları vardı. İçinde de kırmızı bir sweatshirt. Siyah saçları her zamanki gibi alnına dökülüyordu. Rüzgar hafifçe dağıtmıştı tellerini. Açıkçası son derece etkileyici görünüyordu. Hafifçe gülümseyerek gamzesini çıkardı ve beraber yürümeye başladık.
"Hava soğudu mu ne?" Yoonoh hafifçe titrediğinde gülüp kaşlarımı kaldırdım. Ağır adımlarla ilerliyorduk kaldırımda.
"Hırkamı vereyim istiyorsan?" Dediğimde yüzünü buruşturup omuzlarını silkti.
"Bunu benim sana söylemem gerekmiyor muydu?"
Omuzlarımı silktim. "Hayır, yani sanırım." Saçımı kulağımın arkasına attım. "Demek yeni iletişim yolumuz pencereden pencereye oldu ha? Taş devrinde yaşıyormuşuz gibi hissettiriyor."
"Dua et dumanla haberleşmeye gerek kalmıyor," dedi Yoonoh alayla. Güldüm ve ellerimi hırkamın ceplerine koydum.
"Bence yakında onu da yaparız."
"Tabi canım tabii. Parşömen falan atarız pencereye. Neden olmasın?"
"Fena fikir değilmiş aslında," dedim dudağımı bükerek. O da ellerini hırkasının ceplerine yerleştirdi. Derin bir iç çekti. Beraber boş yolda karşıdan karşıya geçtik. Yürürken yakın duruyorduk çünkü etraf karanlıktı ve yerdeki herhangi bir şeyi fark edemeyip her an düşme tehlikesi içindeydik.
Biraz daha konuşmadan ilerledik. Parkın kumlu alanına girip salıncaklara yöneldiğimizde Yoonoh konuşmayı başlatan kişi oldu. "Eee? Neden ağladın?"
Salıncağa ellerim hala ceplerimdeyken oturduğumda o da solumdaki salıncağa oturdu. Omuzlarımı silktim. "Sinirlerim bozuldu, her şey üstüme üstüme geliyor gibiydi." Derin bir iç çektim. "Pek de önemli bir şey değil."
"O zaman anlat."
Başımı çevirip bana bakan bir çift siyah göze baktım. Hala tam olarak ne düşündüğünü çözemiyordum. Hem umursamaz hem de meraklı bir çift göz bana dikkatle bakarken ne yapacağımı bilemiyordum. Sinir bozucuydu.
"Annemle babam boşandı. Yaklaşık iki buçuk ay önce falan. Sonra bir de Kore'ye taşındık. Her şeyim geride kaldı." Başımı eğip tırnaklarımla oynamaya başladım. O an soğuktan titrediğimi fark ettim. "Anneme babama ulaşamadığımı söylediğimde bana telefon numarasını değiştirdiğini söyledi. Onu rahatsız etmememiz gerektiğini söyledi. Ben de sinirlendim."
Uzun bir süre sessizlik oldu. Gözlerim dolsa da bu seferki sinirden değildi. Üzüntüdendi. Mutsuzdum.
Bir süre sonra Yoonoh'un yumuşak sesini duydum. "Evet tabii. Pek de önemli bir şey değilmiş."
Benden alıntı yaptığında ikimiz de gülmeye başladık. Kahkahalarımız sessizliği delerken sinirlerim bozulmuştu. Gülüyordum ama içten içe ağlıyor gibiydim. Gülüşümde bir yakarış vardı.
Esen soğuk rüzgarla titredim ve hafifçe gülümsedim. "Evet haklısın, hava cidden soğukmuş."
Gülümsedi ve saçlarını karıştırdı. "O halde sıra bende."
Dediği şeyle ona anlamayan gözlerle bakarken ayağa kalktı ve hırkasının fermuarını açtı. Hırkasını üzerinden çıkarırken yaptığı şeyle "Saçmalama Yoonoh, gerek yok!" dedim fakat omuzlarını silkip çıkardığı siyah hırkasını önüne gelip bana yaklaşarak omuzlarıma bıraktı. Tekrar onu engellemeye çalışsam da bu sefer de hırkasının kapüşonunu kafama geçirdi. "Cidden..."
"Burada erkek olan benim tamam mı? İtiraz etme." Hala önümde duruyordu. Kafamı yukarıya kaldırıp ona baktım. Daha doğrusu bakmaya çalıştım çünkü saçlarım önüme gelmişti.
Tam elimi kaldırıp saçlarımı geriye atacağım sırada Yoonoh başını bana doğru eğdi ve sıcacık sağ elinin parmaklarıyla yavaşça saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.
Açıkçası hareketi o kadar beklenmedikti ki kalbim küt küt atmaya başladı. Sağ eli hala sol kulağımın arkasına sıkıştırdığı saçlarımdayken gözlerimiz birbirine kenetliydi. Midemdeki kelebekler havalanırken sorgulayamıyordum. Beynim düşünme yetisini kaybetmiş gibiydi ve kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu.
Sıcak parmak uçları kulağımdan yanağıma doğru ilerlerken hala birbirimize bakıyorduk. Tüylerin diken diken oluyordu. Karşı koyamıyordum. Sanki bir tufana yakalanmış gibi oradan oraya savruluyordum. Birinin beni bu yaralardan kurtarmasına ihtiyacım vardı.
Jung Yoonoh'un dikişlerine ihtiyacım vardı.
Eli tekrar saçlarımda gezinmeye başladığında pek de uzaktan olmayan, yabancı bir ses duyuldu. Daha doğrusu bana yabancı olan bir sesti bu.
"Ya! Jung Jaehyun!"
Yoonoh'un eli saçımda dona kalırken gözleri büyüdü ve yüzü gerildi. Elini indirirken ve benden bir adım uzaklaşırken gerildiğimi hissettim.
Anlaşılan Yoonoh'un kız arkadaşı bizi ziyarete gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stitches
Fanfiction❝ ve madem artık öpücüklerin yok dikişlere ihtiyacım olacak. ❞ ⋟ Aslen Koreli olsa da Kanada'da yaşayan Park SeoNeul tekrar Kore'ye dönüyor. Yeni ev, yeni okul, yeni insanlar derken yan evde oturan Jung Yoonoh ve aynı bedene tıkılı kalan diğer k...