"Ya! Jung Jaehyun!"
Yoonoh'un eli saçımda dona kalırken gözleri büyüdü ve yüzü gerildi. Elini indirirken ve benden bir adım uzaklaşırken gerildiğimi hissettim.
Anlaşılan Yoonoh'un kız arkadaşı bizi ziyarete gelmişti.
Salıncaktan yavaşça kalkarken kız arkadaşı Haneul yanımıza doğru sinirle gelmeye başladı. Jaehyun kolumdan tutup beni aniden arkasına çektiğinde ne yapacağımı şaşırmıştım.
"Haneul ben-"
"Beni aldatıyor musun?"
"Ne? Hayır tabii ki! Seni seviyorum-"
"Bu kız kim o zaman? Aptal gibi mi duruyorum? Buraya geldiğinizden beri sizi izliyordum. Daha nasıl bahaneler üreteceksin?"
Haneul çok güzel bir kızdı. Açık kahve upuzun saçları, büyük parlak gözleri ve güzel bir fiziği vardı. Tabii şu an ağlıyordu ve sinirden yüzü kıpkırmızı olmuştu.
"Göründüğü gibi değil."
"Kim bu kız?" Haneul biraz daha yaklaştı ve Yoonoh'un onu durdurmasına vakit bulamadan kolumdan tuttuğu gibi beni çekti. Uzun tırnaklarını koluma batırıyordu. Acıyla yüzümü buruştururken yüzüme tiksinircesine baktı. "Bu şu bahsettiğin yeni kız mı? Çöp parçasıyla beni bir ettiğine inanamıyorum."
Sinir kat sayım yükselirken ben ağzımı açamadan durumu Yoonoh ele aldı. "Haneul. Biraz dinlesen aslını öğreneceksin."
"Hadi ya?" Haneul'un yüzünden göz yaşları damlarken beni sertçe yere ittirdi. Son anda dengemi sağlayıp ayağa kalkarken Yoonoh ona sinirle "Haneul!" diye bağırdı.
"Ne?! Ne!? Her şey açık Jaehyun! Daha neyi açıklayacaksın? Bir çöp parçasını bana tercih ediyorsun!"
Evet, işte şimdi ağzımı açma sırasıydı.
"Laflarına dikkat et. Prensini çalacak değilim tamam mı? Çok değerli sevgiline güvenmeyip onun sözlerini dinlemeyi reddediyorsun! O hala deliler gibi seni seviyor! Her karşılaştığımızda kimin ismi geçiyor? Haneul tabii ki. Eğer ona güvenmiyorsan sende bir sorun var!"
Laflarımdan sonra sessizlik oluştu. Haneul Yoonoh'a bakarken ben sinirle etrafa bakıyordum. Yoonoh ise bana bakıyordu.
"Şimdi prensinin sözlerini dinle ve ona göre yorum yap. Size iyi geceler." Arkamı dönüp hızla adımlarken kızın tırnaklarını batırdığı kolumu ovuşturdum. Ama kolum acımıyordu. Kalbim acıyordu.
Parktan çıkmadan önce arkamı döndüm. Keşke dönmeseydim. Yoonoh kızı kendine çekmiş öperken ellerini saçlarında gezdiriyordu. Benim saçlarımda gezinen eller, şimdi bir prensesin saçlarındaydı.
Doğru. Prensler her zaman prensesleri severdi. Kül kedilerini değil.
***
Ertesi gün okula gittim. Annem götürdüğü için şanslıydım çünkü durakta bekleyen Yoonoh'u fark etmiştim ve beni fark etmesin diye eğilmek zorunda kalmıştım. Dün geceki olay yüzünden hala kızgındım. Saçımı neden kulağımın arkasına sıkıştırmıştı ki? Neden yanağıma dokunmuştu? Ceketi hala bendeydi, oysa ki dün ona geri vermeliydim fakat vermeyi akıl edemeyecek kadar sinirliydim. Haneul'u sevmek mi? O kızdan nefret etmiştim. Bana Haneul ile iyi anlaşırsın derken beyefendi neresiyle düşünüyordu çok merak ediyordum doğrusu.
Her neyse, konumuza geri dönelim. Okul. Aslında yine tüm gün sınıfta durmayı planlıyordum ama hava almak için öğle arasında dışarıya çıktım. Hava güzel değildi. Yağmur çiseliyordu. Neden çıktığım hakkında bir fikrim yoktu. Sanki çıkarsam kaderimi değiştirecek bir olay yaşayacakmışım gibi geliyordu.
Eh, yalnızca rüzgarlı havaları sevdiğimi var sayarsak kadere bağlı tavırlarım son derece normaldi.
Beynimin karanlık raflarında binlerce düşünce vardı ama hangisini seçsem bilemiyordum. Babam. Arkadaşlarım. Annem. Rain. Çizimlerim. Yoonoh. Haneul.
Yoonoh.
Düşünce rafımdan bir kitap misali Yoonoh'u seçmişken biriyle çarpışmam ve kulaklıklarımın düşmesiyle tüm dikkatim dağıldı.
"Ah, üzgünüm-" Bana çarpan çocuk hemen döndü ve gözlerime baktı fakat birden bire duraksadı. Siyah saçları, yay şeklinde kaşları vardı. Eliyle üzerindeki hırkanın kayan yakasını düzeltti. "Sen yeni kızsın değil mi?"
O an düşünme yetimi kaybetmiş gibiydim. Kaderimi değiştirecek büyük olay bu olmalıydı. Bu yakışıklı çocuk.
"Evet," dedim konuşmayı hatırlayıp kulaklığımı toplarken. Ona soru sorarcasına baktığımda eliyle ensesini kaşıyıp mahcupça gülümsedi. Çok tatlıydı.
"Ben Mark." Elini uzattığında gülümsedim. Bu Yoonoh'un bahsettiği kişi olmalıydı.
"Seoneul. Memnun oldum," dedim sıcak elini tutup sıkarken. Ellerimizi ayırırken tekrar konuştum. "Sanırım sen de Voncouver'dansın?"
"Oh, nereden biliyorsun?" Dudakları O şeklini alırken yüzümdeki gülümseme silinmiyordu. Çok şirindi. Mark hoşuma gitmişti.
"Yoonoh ile komşuyuz, bana senden bahsetti. Hatta beni seninle tanıştıracağını falan söyledi. Kısmet bugüneymiş." Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.
"Yoonoh?.." Birkaç saniye düşünür gibi oldu, sonra ise elini salladı. "Ha! Jaehyun'u diyorsun. Ona kimse Yoonoh diye seslenmiyor artık."
"Evet, ne zaman konuşsak bunu söylüyor," Ellerimi önümde birleştirdim.
"Yoonoh'u sıkıcı buluyor. Her neyse, ne zaman taşındınız? Keşke daha önceden karşılaşsaydık." Mark gülümseyerek omuzlarını silktiğinde gülümsedim.
"İki buçuk hafta oldu, çok değil yani. Senin?"
"Ah, ben 12 yaşımdan beri buradayım. Yazın gidip geliyorum." Ardından ekledi. "Biraz zor olacak ama alışacaksın. Kafa dengi birisisin. Buradakiler de öyle. Merak etme."
"Umarım," dedim gülümseyerek. O da gülümsedi. Ardından eliyle okul binasını işaret etti. "Benim gitmem lazım. Sonra görüşürüz?"
"Görüşürüz," dedim ve arkasından gidişini meraklı gözlerle izledim. Mark Lee. Sempatik ve kibar bir çocuktu. Sanırım ondan hoşlanmıştım. Arkadaş olarak.
Sanırım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
stitches
Fanfiction❝ ve madem artık öpücüklerin yok dikişlere ihtiyacım olacak. ❞ ⋟ Aslen Koreli olsa da Kanada'da yaşayan Park SeoNeul tekrar Kore'ye dönüyor. Yeni ev, yeni okul, yeni insanlar derken yan evde oturan Jung Yoonoh ve aynı bedene tıkılı kalan diğer k...