Hastaneden taburcu olmamın üzerinden bir hafta geçmiş, havalar giderek ılıklaşmıştı. Son günlerde pek bir şey olmamıştı. Okul, ev derken zaman geçip gidiyordu. Sınıfta konuşmaya başlamış, hatta birkaç tane arkadaş edinmiştim. Öğle aralarını beraber geçiriyor, evlere dağılırken veda ediyorduk. Açıkçası okul bitene kadar kimseyle arkadaş olamayacağımı düşünüyordum fakat zaman her şeyin üstesinden geliyordu.
"Sen ne dersin Seo?" Şu an okuldaydık ve yeni arkadaşlarımla çardakta oturmuş hafta sonu planı yapıyorduk. Denize gitmek istiyorlardı, üstelik sadece biz olmayacaktık. Birkaç tane daha arkadaş grubuyla beraber gidecektik.
Başımı salladım. "Ahh, okuldan uzaklaşacaksak neden olmasın?" Güldük. Ardından konuşmaya devam ettiler.
Açıkçası bugünlerde pek fazla konuşmak istemiyordum. Yani Mark'layken bile daha az gülüyor, daha az ağzımı açıyordum. Derslerime de göz gezdirmiyordum. Eve gelince yatağıma girip akşam yemeğine kadar orada yatıyordum. Ben düşünceler içindeyken saatler birbirini götürdü. Zaman o kadar hızlı akıyordu ki kendimi rüyadaymış gibi hissediyordum. Son derse girmeden önceki teneffüste buldum kendimi. Lavabodan çıkıp ağır adımlarla sınıfa ilerliyordum. Koridor kalabalıktı. Aradan sıvışmaya çalışıyordum.
"Hey, Seo!" Kalabalıktan bir ses duyduğumda başımı çevirip sesin sahibini bulmaya çalıştım. Mark birkaç kişinin arasından geçip önüme gelerek gülümsedi. Gözleri parlıyordu ve yay kaşları yine bulutlara değecek kadar kalkmıştı. "Şey diyecektim, okul çıkışı boş musun?"
Güldüm ve kaşlarımı kaldırdım. "Neden?"
"Ugh, bilmem. Belki film izleriz diye düşündüm. Yani, tabii, eğer istersen- istemezsen de sorun değil. Ama isteyebilirsin de. Tabii bu senin fikrin-"
"Mark," Şirinliği karşısında güldüm. Telaşlı gibiydi ve belli ki koşmuştu çünkü nefes nefeseydi. "Evet, boşum ve seninle film izlemeyi çok isterim."
"Yani bu bir randevu. Ve kabul ediyorsun?"
Güldüm. "Evet bu bir randevu ve kabul ediyorum."
"Ah, sahi mi?" Aptalca bir şekilde güldü, ardından da gülüşünü sildi ve dudaklarını yalayıp ellerini ceplerine koydu. "Yani, tamam. Okul çıkışı görüşürüz o halde."
"Görüşürüz," dedim ve gülerek sınıfa doğru ilerlemeye başladım. Arkamı dönüp tekrar baktığımda Mark'ın memnun bir şekilde sırıtarak Donghyuck'un üzerine atladığını gördüm. Ve gülerek önüme döndüm.
Aslına bakarsanız kabul etmem saçmaydı. Ondan o anlamda hoşlanmıyordum. Yine de düşünmeden cevap vermiştim ve olan olmuştu. Fakat garip bir şekilde pişmanlık duymuyordum. Kim bilir, duygularım belki de değişirdi.
Son ders boş geçerek çıkış zili çaldığında çantamı kaptığım gibi sınıftan dışarı çıktım. Koridor fazlasıyla kalabalıktı. Bu kısa boyumla ve az da olsa miyop gözlerimle Mark'ı bulmak samanlıkta iğne bulmak gibi bir şeydi.
Olduğum yerde zıplayıp insanların omuzlarının üstünden bakarken gelen geçen bana çarpıyordu. Sonunda pes edip cebimden telefonumu çıkardığımda ve rehberde Mark'ı bulduğumda derin bir iç çektim. Fakat arama tuşuna basacakken biri kolumdan tutup beni kenara çekti.
Dönüp baktığımda ise Mark'ın sevecen yüzüyle karşılaşmayı umsam da hiç beklemediğim birisiydi.
"Konuşmalıyız."
Namı değer Jung Jaehyun ile hastaneden çıktığımdan beri bir kez bile konuşmamıştık. Hatta onu görmemiştim bile. Şimdi ise sıcacık eli sağ bileğimde, bir adım önümde dikiliyordu. Başını yüzüme bakabilmek için hafifçe eğmişti. Çantasını sağ omzuna atmış, lacivert hırkasının önünü yarıya kadar kapamıştı. Boştaki elinde ise telefonu vardı. Siyah saçları bembeyaz alnına dökülüyordu. Konuşurken çıkan gamzesi hala yanağındaydı. Bakışları ise donuktu. Evet, bu kesinlikle Jaehyun'du.
"Ne?" Dediği şeyi tam olarak anlamadım. Hem çok ani hem de çok gürültülü bir ortamda hızlıca söylemişti. Derin bir iç çekti.
"Konuşmalıyız. Şimdi." Sesi çok ısrarcı, aynı zamanda da kararlı geliyordu. Ona anlamaz bakışlar atarken bileğimi elinden değer elimle elini ittirerek yavaşça çektim ve bir adım geriledim.
"Üzgünüm, Mark'la film izleyeceğiz. Başka zaman belki-"
"Şimdi konuşmalıyız!" Birden bağırdığında irkildim. Yürüyenler dönüp bize baktı, giderlerken fısıldaşmaya başladılar. Birkaç kızın öldürücü bakışları altında kaldım. Jaehyun eliyle saçını attı. Dudaklarını birbirine bastırdı ve sesini alçaltarak konuşmaya devam etti. "Sadece bir saat-"
Fakat sözünü kesen çalan telefonumun sesi oldu. Ekranda yazan Mark yazısıyla tekrar Jaehyun'a baktım. "Gitmeliyim."
Kalbim küt küt atıyordu. Arkamı dönüp Jaehyun'dan uzaklaşırken aramayı onayladım. Fakat kalbim geri dönmemi söylüyordu. Geri dönüp Jaehyun'u dinlememi söylüyordu.
"Neredesin?" Mark konuştu.
"Sen neredesin?"
"Bisikletlerin orada."
"Geliyorum."
Aramayı sonlandırıp koşmaya başlayacakken son kez arkama, uzaktaki Jaehyun'a baktım. Koridorda ağır ağır ilerliyordu. Kalbim hala küt küt atarken onu umursamadım ve koşmaya başladım.
Okuldan çıkıp bisikletlerin oraya geldiğimde Mark bir kolu bisiklete dayalı bir şekilde bana bakıyordu. "Anahtarlar." Dedi. Ona kendi bisiklet kilidimin anahtarını fırlattım. O açmaya koyulurken onun bisikletine yaslanıp derin bir iç çektim. "Önce 10 dakikalığına bizim eve uğrayacağız çünkü üzerimi değiştirmem lazım."
"Beni beslersen neden olmasın?"
"Çikolatalı süt?"
"Zihnimi okudun!" Anahtarları önüme gelip cebime attı. "Gidelim!" Ardından ikimiz de bisikletlerimize bindik.
Pedalları çevirirken pişmandım. İçimden bir ses geri dönüp Jaehyun'u dinlemem gerektiğini söylüyordu. Fakat Mark'la beraber gün batımında ilerlemeye devam ettim.
*
*
İşler kızışıyor :))) bu hikayeyi hemen bitirmeyeceğim :)))))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stitches
Fanfic❝ ve madem artık öpücüklerin yok dikişlere ihtiyacım olacak. ❞ ⋟ Aslen Koreli olsa da Kanada'da yaşayan Park SeoNeul tekrar Kore'ye dönüyor. Yeni ev, yeni okul, yeni insanlar derken yan evde oturan Jung Yoonoh ve aynı bedene tıkılı kalan diğer k...