Karanlık Melek B33

229 17 4
                                    

Kalbi kırılmış kız çocukları, içi boş dağılan parçalarını içindeki umutlarla birleştirir, hayata tutunurdu. Çabaladığı kadar düzelen parçalar yine de etine batar, onlar bunu bilerek kendilerini onarırdı. Aslında onun yansımasıydı, etine saplanmış can kırıkları. Ruhunun yansımasıydı; boşlukta kaybolmuş ve yıkılmış bir ruhun. Ruh, parçalanan cam gibi onarılmıyordu. Kalp kırıklığı da bu yüzden ruhu yakardı. Ve sonucunda insan acıyla beslenerek güçlenir, buna alışırdı.

"Kolun." dedim gözlerim oturduğumdan beri kenetlenmiş gözlerine bakarken.

Sol kolundan yaralanmıştı. Fazla derin olmasa da dikiş isteyen bir sıyrıktı. O ise bunu umursamıyor, araba sürüyordu.

"Aybars, koluna pansuman yapılması gerek." dedim çekingen bir ses tonuyla. İçimdeki öfke asla dinmese de merhametli yanım baş göstermişti.

Bir an yeşil gözlerini bana çevirdi. Küçümser bir bakış attığında kafamı önüme eğerek sesimi çıkartmadım.

"Küçücük yara için mi?" dedi gülerek. Gülmesine şaşkınlıkla bakarken, güldüğü zaman daha da yakışıklı olduğunu farkettim. Kusursuz yüz hatları güldüğü zaman olduğundan canlı görünüyor, gözleri kısılıyordu. Gözleri kısıldığı zaman, göz çevresinde oluşan kırışıklıklar gözlerimi ondan ayırmak istememe sebep oldu.

"Ne o neden bakıyorsun?" dedi gülmeyi keserek.

"Hiç." Nötr bir sesle verdiğim cevaba karşı kaşlarını çatsa da sessizce sürmeye devam etti. Kafamı cama yaslayarak yolu izlemeye başladım. Hava kararmak üzere, bulutluydu. Çöken bulutlar yağmurun habercisiydi. Yolun gerisinden görünen orman, biraz ürkmeme sebep olsa da sesimi çıkartmadım ve yolu izlemeye devam ettim. Konuşmamak belki de aramızdaki ilişkiyi bir nebze olsun sakinleştirmenin tek yoluydu. Bir süre daha dışarıyı izledim, hava tamamen karardığında gözlerim yavaşça kapanmaya başladı. Pahalı olduğu rahatlığından belli olan deri koltuğun yumuşaklığı mayışmama sebep oldu. Ben de buna engel olmayarak kendimi karanlığa teslim ederek yavaşça kapanan gözkapaklarıma engel olmadım.

Uykunun rahat kollarındayken yavaşça havalanmamla bilincim yerine gelmeye başladı. Aybars kollarını bacaklarıma sarılmış, beni taşıyordu. Esen soğuk rüzgâr tenimi gıdıklarken kollarımı refleks olarak boynuna sardım. Bilincim yavaşça yerine geldiğinde, gözlerim açıldı ve kısa sürede odağını buldu.

"Uyu." Ferah ve yumuşak koku huzur vericiydi. Aybars'ın kolları tek kelimeyle huzurluydu. Uyandığımda bir yatakta olduğumu fark ettim. Gözlerim odağını tamamen bulduğunda hafifçe doğruldum ve gözüme ilk çarpan yatağın karşısındaki koltukta uyuyan Aybars oldu. Tekli koltukta oturur pozisyonda uyuya kalmıştı. Dağılmış saçlarına vuran hafif ışık, rengini olduğundan daha açık gösterirken beynimdeki düşünce afallamama sebep oldu. Beni mi izliyordu? Kendim bile bu düşünceye inanmazken, neden orada olduğunu düşünmeye başladım. Oda fazlasıyla büyüktü ve bu evdeki tek oda olmadığına emindim. Başka bir yerde rahatça uyuyabilirdi. Düşüncelerimle boğuşurken, gözüm koluna kaydı. Yaraya pansuman yapılmıştı. Kanlanan bezin büyüklüğü yaranın sandığımdan derin olduğunu vurguluyordu. Acaba canı yanıyor muydu? Acısını her seferinde yüreğinde mi saklardı. Yıllardır, acı çekiyordum. Hem kalben, hem de ruhen. Yine de... Onun bendeki izi sanki hepsinden beterdi. Bir yanım; ondan uzak durmamı ve bana değer vermediğini söylerken, diğer yanım ise ne olursa olsun kalbimin sesini dinlem gerektiğini söylüyordu.

Bir anda açılan gözleri gözlerimi bulduğunda yutkundum. Bana kısa bir süre baktı. Ardından bakışlarını yüzümden ayırmadan koltuktan kalktı. Eminim ki her yeri tutulmuştu.

"Aşağıya gel. Birşeyler yiyelim." dedi ve bakışlarını yere sabitleyerek suratıma dahi bakmadan odadan çıktı. Arkasından öylece bakarken, ev kapısının sesini duydum. Umursamadan toparlandım, odadan çıkarken midemin gerçekten guruldadığını farkettim.

Odadan çıktığımda bu evin tek katlı olduğunu da anladım. Önceki eve göre gösterişten uzaktı fakat içi yine çok kaliteli döşenmişti. Bir mimarın elinin değdiği özenli parçalardan anlaşılıyordu. İçeride Aybars'la Alp'in oturduğunu gördüm. Yine de asıl dikkatimi çeken başka bir çehre oldu. Ada... Doğu için intihar eden Ada... Oğuzhan'ın kuzeni olan Ada... Şu anda Alp'in yanında oturuyor, bakışlarını ondan ayırmadan hayranlıkla gülümsüyordu.

Gözlerimiz buluştuğunda ikimizde de aynı duygu yatıyordu; şaşkınlık. Onu burada görmek düşüneceğim en son şey bile olamazdı.

"Mevsim." dedi yavaşça gözleri gözlerime kenetliyken. Mekanik bakışlarımı üzerinden çekmedim. Aksine daha da sert bir ifade takındım yüzüme.

"Ada." Ses tonum hüzünlü çıkmıştı. Sebebinin Ada'yla bir ilgisi yoktu, aksine Doğu'ya ilgisi vardı. Acaba şimdi ne yapıyordu? İyi miydi? Onunla hiç kardeş gibi bir ilişkim olmamıştı kabul ediyordum ama onu özlemiştim. Ada ise bunun tuzu biberi olmuştu. Bir anda ürperdim, vücuduma yavaşça nefret nüfus etti. Aileme olan nefretim...

"Bir saniye siz ikiniz tanışıyor musunuz?" Boş bakışlarımı Alp' e çevirirken önce kafamı salladım, daha sonra ise konuştum.

"Evet, kardeşim için intihar etmişti." Çok düz bir şekilde kurduğum cümleye Aybars kaşlarını çatmıştı. Bir saniyeliğine ona baktım. Onaylamayan bakışları hala üzerimdeyken omuz silktim.

"Ada bu doğru mu?" dedi Alp. Sesindeki siniri hissettiğimde gülümsedim. Alp'in normalde fazla çekici olan gözlerinde şu an öyle bir duygu yatıyordu ki, gözleri siyaha bürünmüştü. Doğu'yu tanıdığı belliydi.

"Doğru." dedim Ada'ya cevap verme fırsatı bırakmadan. Ada hala şaşkınlık içinde bakarken, nefretimi ondan kusuyordum. Aileme olan nefretimi... Yıllardır içimde biriktirdiğim o saf nefreti... Çocukluğumun izlerini hala taze tutan o anılarım canlandı zihnimde. Yine de yüzümdeki ezici gülümsemeden taviz vermedim. Hıncımı Ada'dan çıkarkacaktım.

"Söylesene, şimdi neden buradasın Ada? Yoksa bu sefer de Alp'e mi aşıksın?" Ada'nın gözleri dolarken bana yalvarırcasına baktı. Buna sadece kahkaha atarak cevap verdim.

"Mevsim." Aybars'ın uyaran ses tonu beni zerre durdurmazken, Alp afallamış bir ifadeyle bir bana bir de Ada'ya bakıyordu. Yaralı ruhum, geçmişe ait insanlarla karşılaşmaya alışkın değildi. Ada'yla samimiyetim yoktu, arkadaş olduğumuzdan bile emin değildim. Yine de bunun nefretimi kamçılamasının yanında hiçbir önemi yoktu. Tıpkı bana zararı olmadığı gibi...

"Neden ağlıyorsun? Yoksa kırıldın mı? Ne kadar da güçlüsün." dedim ve Aybars'a döndüm.

"Baksana şuna Aybars! Çok mu masum, çok mu narin?"

Gülümsemem kalbimde bir acı bırakırken, Alp'e döndüm. Yüzünde öyle bir dehşet vardı ki, Aybars'ın görmeye alıştığım ifadesiz suratı yüzünden neredeyse afallayacaktım. Delirdiğimi düşünüyormuş gibiydi bakışları. Koyu gözlerinin, en derinde ürktüğünü okuyabiliyordum. Benden korkmuştu. Şu an yaptıklarım benden o kadar uzaktı ki ben bile kendimden korkabilirdim. Bileğimde bir el hissettim. Sert ve büyük eller. Aybars ardından beni peşinden sürükleyerek dışarı çıkartmaya çalıştı.

"Dokunma bana. Sakın bana dokunma!" Sesim o kadar ciddiydi ki...

"Hatta Murat'a ver beni. Böyle yapma. Bana böyle yapmaya hakkın yok! Koruma beni..." Sona doğru sesim kısılırken yavaşça, bana yaklaşmaya başladı. Yüzümüz neredeyse birbirine değecek kadar yakınlaşmıştı.

"Sana ne yapmayayım?" dedi aksime sakin bir ses tonuyla.

"Böyle bakma. Ruhumu yaraladığın yetmedi mi?"

Gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmadım. Keskin ve ferah kokuyu yavaşça aldığımda gözlerimi kapattım bir anlığına. İyi hissettiriyordu. Hem iyi hem de kötü hissetmenin ne demek olduğunun kanıtı olmasıyla beraber, bir yandan hem uzak hem yakındı bana.

Karanlık MelekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin