Karanlık Melek B40

236 16 0
                                    

Ankara'nın soğuk gecelerine sığınmış, sessizce iç çeken yalnız hissin kalbi kırılmıştı. Dört bir yanı hayatta yalpalamış insanlarla doluyken, kendi sorununa kucak açamamıştı senelerdir. Ankara yalnızlığın şehriydi. İstanbul ne kadar acıya aitse, Ankara o kadar yalnızdı. Birbirine çıkan sokaklarındaki mendil satan çocuklar kadar bazı şeylere muhtaç, en güzel evin sahibi kadar da toktu bazı şeylere. Aniden etrafını saran karın, kokusu dolmuştu insanlarının ciğerlerine. Soğuktu insanları, her zaman sağ ve soluna bakmak yerine önüne bakarak yürürdü. Dik duruşları, sadece kamburlarını gizlemek için değildi. Bu bazı şeylerin özetiydi aslında, Ankara insanları İstanbul insanları gibi maymun iştahlı değillerdi. Bu yüzden kaldırım taşlarına yalnızlık serpilmişti. Kendi olan, ne istediğini bilen ve boyun eğmeyen insanlar yalnız olurdu, tıpkı benim gözümdeki Ankara gibi.

  "Neden yemiyorsun?" Dedi Eylül ben önümdeki tabakla oynarken. Daha sonra ise kendi tabağına bir dilim daha jambon koydu.  Aybars'la olanlar aklımdan çıkmıyordu. Özellikle yağmur yağarken beni öpmeye kalkışı... Tüm sinir sistemim yerle bir olmuştu. Beynim ile bir mücadele içerisinde kaldığımdan canım yemek yemek istemiyordu. 

"Canım istemiyor." Dedim yüzüne bakmadan ifadesiz bir ses tonuyla.  Dün, o olay yaşandıktan sonra kendimi hemen arabaya atmış, yol boyunca uyuyor rolü yaparak Aybars'a sırtımı dönmüştüm. Uyuyor rolü yapmış olsam da, bir gram bile uyuyamamış o ve Gökdeniz'i düşünmüştüm tüm yol boyunca. Uykusuzluk bütün vücuduma bir sakinleştirici ilaç etkisiyle yayılmışken, vicdan azabı çekiyordum.

"Böyle giderse yakında sıfır beden giyeceksin. Çok fazla kilo vermişsin, o balık etli halinden eser yok." Dedi Eylül bu sefer benim tabağıma omletleri doldururken. 

"Eylül koyma." Diyerek tabağımı çekmeye çalıştım ama çoktan kocaman tabak ağzına kadar doldurulmuştu bile.  Ben tabağı boşaltmaya çalışırken, Yağız ise Eylül'ü izleyerek kendi kendine gülümsüyordu. Umursamadan kafamı tabağıma çevirdim ve ufak bir parça peyniri ağzıma attım. 

"Aybars nerede?" Dedi Eylül bu sefer meyve suyunu içerken. Bunu söylerken de bana bakmasına pek şaşırmamış olsam da, rahatsız olmuştum.

"Bana sorma." Dedim nötr bir ses tonuyla. Aybars hakkında artık konuşmak istemiyordum. Özellikle tam karşımda onun hakkında hiçbir şey bilmediğimi iddia eden bir kuzeni ve ard arda soru sormaktan zevk alan bir Eylül varken... 

"İşleri var. Okulunuz için uğraşıyor." Dedi umursamaz bir ses tonuyla Yağız. Ona minnettar bir şekilde gülümsediğimde, Eylül'ün bir şeyleri çözmeye çalışan bakışlarına kaydı gözüm. Sinirlerimin ne kadar bozuk olduğunu anlamış olmalıydı.  Aniden, Yağız'ın dediği dikkatimi çekti. Bu sefer az öncekinin aksine soru soran  kaşlarımı çatarak ona bakmaya başladım. İki saniye sonra bunu bekliyormuşcasına kafasını yavaş bir şekilde bana çevirdi. Bakışlarımız buluştuğunda, artık nasıl baktıysam haberim olmadığını anlayarak açıklamaya başladı.

  'Uzun bir süre burada kalacağız. Mehmet Amca okula üçünüzün de gitmenizi istiyor." 

Çatalımı masanın kenarına koyarak, oturduğumuz andan beri çok az konuşmuş olduğum masada konuşmaya başladım.

"Üçünüz derken?" Kinaye ile Eylül'e baktığımda büyük bir iştahla beni umursamadan omletini yediğini gördüm ve yeniden cevap beklercesine Yağız'a baktım. 

"Sen, Eylül ve Oğuzhan. Anlaşılan Aybars sana söylememiş." Dediği an aklıma Oğuzhan'ın Ada yüzünden ne kadar perişan olduğunu geldi ve susarak kafamdaki düşüncelerle yeniden boğuşmaya başladım. Ada aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Kan ile kaplanmış solgun yüzü her aklıma geldiğinde vücudumu baştan aşağı bir titreme esir alıyordu. Ama aklımdan tek çıkmayan o değildi. 

Karanlık MelekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin