Bütün gün yatağımda kitap okurken, telefon ısrarla çalmaktan bıkmıyordu. Her seferinde arayan Aybars'tı ve açmamakta kararlıydım. Kafamı karmakarışık bir hâle getirmişti. Okuduğum kitabın sayfalarında yazanları artık beynim algılamıyor, sadece ölçüp biçiyordu. Bu daha fazla can sıkıcı bir noktaya geldiğinde, planladığım şey için odamdan çıktım. Hastaneye gidecek ve babam hakkındaki bütün bilgilere elimden geldiğince ulaşmaya çalışacaktım. Dolabımdan siyah bir dar kot ve bordo bir kazak çıkarttım. Ocak ayının sonlarında olduğumuzdan dolayı İstanbul yine buz gibi soğuktu. Seri hareketlerle hızlıca giyinirken, beynim kafamda yüzlerce senaryo kurmaya çoktan başlamıştı. Acaba gerçekten babama ulaşabilir miydim? Ulaştığım zaman neler olurdu?
"Sizi isteseydi çoktan ulaşmaya çalışmaz mıydı? Boşa hevesleniyorsun, her zamanki gibi." diyen iç sesim ve sırtımın acısı beni düşüncelerimden sıyırarak gerçek hayata döndürdü.
Sırtım giydiğim kazağın pansumanla sürtünmesi sayesinde acımış ve acıyla sızlamıştı.
Dişlerimi birbirine bastırarak umursamamaya çalıştım. Dün aldığım duş Sima'nın dediğinin aksine yaralarıma hiç de iyi gelmemişti.
Aklımda Sima'nın canlanmasıyla, Aybars'da bir an gözlerimin önünde belirdi. Acaba şu an ne yapıyordu? Aybars'ı düşünmemek için kafamı iki yana sallasam da bir yanım hâlâ onu merak ediyordu. Acaba yanında kız var mıydı? Bu düşünce, sinirli yanımı günyüzüne çıkarttı. Ben daha önce kimse hakkında böyle düşünen bir kız değildim. Şu an yaptığım bana garip ve itici gelmişti.
Oflayarak beremi ve ceketimi giyindikten sonra normal halimin, aksine rahat adımlarla koridorda yürümeye başladım. Evde sadece Doğu vardı ve bu benim için dezavantajdı. Aybars yavaş, yavaş kafamdan silinmeye başlamıştı sanki. Doğu'nun odasının önünden geçerken sesler duydum. Aralık olan kapıdan yavaşça başımı göstererek yaptığı telefon konuşmasını dinlemeye başladım. Doğu varlığımı farketti fakat umursamadan konuşmasına devam etti. Fazla umursamaz tavırları vardı.
"Benim bir suçum yok anlamıyor musunuz?" dediğinde kaşlarımı çatarak odaya girdim ve onun gibi yatağın kenarına oturdum.
Siniri gözle görülecek kadar fazlaydı. Telefondan boşta kalan elini sert bir şekilde yumruk yapmış, çenesi ise öfkeyle kasılmıştı. Bu hali merakımı arttırsa da telefonu kapatmasını bekleyerek, konuştuklarından birşeyler çıkartmaya çalıştım.
"Boran gerçekten bu dediklerin umurumda değil!" diyerek telefonu anladığım kadarıyla Boran'ın suratına kapattı. Telefonunu bir metre uzaktaki koltuğuna fırlattı.
Daha sonra ise boş boş ifadesizce bakmaya başladı. Bakışlarının boşluğa takılması ürkmeme sebep olmuştu. Ne kadar kardeşim olsa da can ciğer kuzu sarması değildik, o sıfatın yanından bile geçemezdik sanırım. Bu aralar konuşmamız bile dünyayı tersine döndürebilecek türden şaşırtıcıydı.
"Ne oldu? İyi misin?" diyerek elimidestek vermek istercesine omzuna koydum.
"Ada..." dedi direk direnmeden. O sırada gözleri dikkatimi çekti. Mavi gözlerinin altı torba torbaydı ve kızarmıştı. Bu bütün gece uyumadığının kanıtıydı.
"Şu, hani senden hoşlanan kız?" dedim gözlerimi suratından ayırmadan. Ada hakkında tek bildiğim Doğu'dan hoşlandığı ve Doğu'nun yıllardır kopmayan arkadaş grubundan biri olduğuydu. "Evet...Yine de sanırım artık değil." dedi ve omzundaki elimi kaldırarak 'Bunu mu umursuyorsun?' anlamında gözünün önünde salladım.
"Neden diyeceğim de..." dediğimde kaşlarını sinirle çattı. Sinirini bozmuştum anlaşılan. Bu yüzden cümleyi devam ettirmedim.
"Nefes alıp almadığını bilmiyorum." dedi aksime ciddi ve bir o kadar farklı bir ses tonuyla. Mekanik bakışları hâlâ duvara odaklı ve merhametsizdi. Sanki bu dediğine kendisi de inanamıyor gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Melek
FanfictionO karanlık bir melekti; Bense karanlığın ta kendisiydim. Mevsim- Hande Erçel Aybars- Tolga Sarıtaş Oğuzhan- Çağlar Ertuğrul Eylül- Burcu Özberk Murat- Emre Kınay Doğu- Alperen Duymaz Anne- Didem İnselel Ada- Afra Saraçoğlu Yağız- Onur Tuna Dr. Sima...