Multimedya Aybars...
"Yapma!"diye bağırdım yaklaşık bininci kez tüm gücümle. Canım bu sefer her zamankinden çok daha fazla yanıyordu. Çığlık atmaktan sesim kısılmış, boğazımdaki acı artık tamamen katlanılmaz hale gelmişti. Öyle ki canım daha da fazla yanar diye nefes almaktan korkar bir hale gelmiştim.
"Bunu onları, yapmadan önce düşünecektin Mevsim!" Diye bağırdı acımasızca elindeki deri kemeri sırtıma sanki daha da sert vurabilirmiş gibi sırtıma geçirirken. Sırtımda bir enkaz yaratmıştı. Bütün hayatımın özeti, yansımasıydı bu enkaz. Sessiz çığlıkların aslında sesli olduğu, mutlu görünen bir hayatın vahşetle kamçılandığı bu enkaz aslında çocukluğumun mezarıydı. Sırtıma her inen kemer darbesi bu yüzden sadece tenime işlemiyordu. Vurduğu her çürümüş yaralarını deşen, acının dostu darbe aynı zamanda ruhumun en derinlerindeki korkmuş o savunmasız küçük kız çocuğunun kalbine de işliyordu. Belki de ismimi koyan, yüzünü bile hatırlamadığım babam geleceği görmüştü. Bizi bıraktıktan sonra yaşayacaklarımı biliyordu bu ismi koyarken. Mevsim koymuştu ismimi babam. Anlamı; Acısını yüreğine işleyen demekti. Ben acımı içimdeki ölü kız çocuğunun yüreğine işliyordum. Saçları örgülüydü. Elindeki beyaz elbiseli bez bebeğin kafası kopmuştu. Üzerindeki kanlar elindeki ufacık bebeğe de bulaşmış, onu da tıpkı kendi gibi merhamet yoksunu bir şekilde karanlığa hapsetmişti.
Mideme ani bir kramp girdiğinde daha yoğun bir şekilde inledim. Sesim bütün evde yankılanırken, inlemek dışında yapabileceğim tek şey dizlerimin üzerine çökmeye devam etmek oldu. Yere sürtünmekten yanan avuç içlerime kadar bütün vücudum acıyordu.
"Ben birşey y-yapmadım." dedim zorlukla yutkunup fısıldayarak. Söylediğim kelimeler boğazımı daha da çok yakarken, ardında damağımda mide bulandırıcı berbat bir tat bırakıyordu.
"İlk kural neydi?" Dedi öfkeyle hırlayarak. Sesi midemi bulandırıyor, içimdeki acıyı besliyordu.
O ve kuralları hayatımı yönetiyor, kaderimi avuçlarının içinde tutuyordu. Üvey Babam, hayatımı zindana çevirmiş, bu zindanın anahtarlarını denize atmıştı. Ne bu hayattan kurtulabiliyordum, ne de insanlara birşey anlatabiliyordum. O ise benim bu çaresiz halimi dışarıdan kahkaha atarak izliyordu. "Eylül ve O-oğuzhan dışında arkadaş y-yok... Ö-özellikle erkek." Dedim zorla hıçkırıklarım arasından. Boğazıma ardı arkası kesilmeyen yumrular oturmuştu. Bu yumrular, acının eşantiyonuydu. Sırtıma isabet eden kemerden ziyade, henüz iyileşmemiş yaraların kanaması yakıyordu canımı en çok. Yeni kabuk bağlayan yaralarla birlikte tenimdeki kızarıklık ve morluklar deşiliyor, her defasında canımdan bir parça koparıp alıyordu. Tenimde daha ağır bir ıslaklık ve sert bir sızı hissettiğimde kabuk tutan yaraların kanamaya başladığını anladım. Ağlamam haykırırcasına daha fazla şiddetlenmeye başladı. Tenimi yakıp geçen bu acı, ortaya kanı çıkarttığında nefesimi tuttum. "Bilerek bana karşı koyuyorsun. Cezasını çekeceksin!" Ses tonunda hem öfke, hem kin hem de nefret vardı. Benden neden bu kadar nefret ediyordu? Asla öğrenememiştim fakat sürekli ağzından çıkan "intikam" kelimesi bunu açıklıyordu. "Ben b-birşey yapmadım...S-sadece konuşuyorduk." Dedim zorlukla. Daha sonra ise nefesimin yavaş yavaş kesilmeye başladığını hissettim. Taşımakta zorlandığım vücudumun üzerine eklenen baş ağrısı odanın yavaş yavaş kararmasını sağlamaya başladı. Artık bütün enerjim çekilmişti. Bünyem de bu acıya dayanamıyordu, tıpkı zayıf vücudumu taşımaktan bitap düşmüş dizlerim gibi... Neredeyse bir saattir sadece dizlerimin üzerine yüklenmiştim ve artık sürtünmeye karşı koyamıyorlardı. Dizlerimin soyulduğunu hissettim. Fiziksel acının ne kadar ağır birşey olduğunu bir kez daha hücrelerimde hissetmiştim. En sert ve acımasız yoluyla... "Bir daha o iki ahmak arkadaşın dışında kimseyle konuşmayacaksın. Şimdi defol odana git!" demesiyle beni bir malmışım gibi bir tekmeyle iyice yere doğru itti ve odadan çıktı. Karşı koymaya gücüm kalmadığından kendimi serbest bıraktım ve ağlamaya devam ettim. Gözyaşlarım, dinmek bilmiyordu. Cenin pozisyonunu almış yerde yatarken, sırtımın acısını hissetmeye devam ediyordum. Oldukça kısa bir süre sonra bir kapı çarpma sesi duydum. Sanırım evden gitmişti. Zar zor kalktığımda yerde olan kan damlalarını görmem kalbimdeki sızıyı tetikledi ve bir anlığına dindiğini düşündüğüm gözyaşlarım yine gözlerimden süzülmeye başladı. Evde kimse olmadığından yavaş adımlarla odama girip çırılçıplak bir şekilden boy aynamın karşısına geçtim. Sağlıklı düşünemiyordum. Resmen psikolojik bir çöküntünün içerisindeydim. Gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Yüzüm şişmiş, saçlarım darmadağın olmuştu. Dizlerim kanıyordu. Yavaşça gözümdeki yaşımı sildim ve sırtımı yarım açı şeklinde aynaya döndüm. Sırtım omuzlarımdan kalçalarıma kadar kıpkırmızı olmuş ve kanlar içerisindeydi. Ufak kan damlaları çoktan derimin üzerinde kurumaya başlamıştı bile. Bu alıştığım manzara gözyaşlarımı artırırken kafamı havaya kaldırarak nefes almaya çalıştım. Yaklaşık bir dakika sonra sakin kalmaya dayanamadım ve yavaş bir şekilde yere çöktüm. En nefret ettiğim renkti kırmızı. Her canım yandığında karşıma o renk çıkıyordu .Gözlerimde, dudaklarımda, vücudumda... Acının beni bulduğunda her sefer, kırmızı sarıp sarmalıyordu bedenimi. İç dünyam KARANLIK bir kuyu kadar derin ve siyah olsa bile, gerçek dünyama kırmızı hakimdi. Kıyafetlerimi giymek için aldığımda çoğunun koktuğunu fark ettim. Sırtımdaki yaralar suya değdiğinde öyle çok yanıyordu ki canım korkudan yıkanamıyordum. Neredeyse iki buçuk hafta olmuştu ve zaten kimsenin umursadığı yoktu .Annem eğlenen, ailesine karşı saygılı ve dürüst, arkadaş sahibi bir genç kız olduğumu düşünürken aslında ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş, sadece iki tane arkadaşı olan, kan kokan, üvey babasından ve yaşamaktan nefret eden, sevgisiz, yalnız bir genç kızdan ibarettim. Yaralarıma acilen pansuman yapılması gerekiyordu. Annem ve erkek kardeşim Doğu'yla karşılaşmadan hastaneye gitmem gerekiyordu. Eğer beni görürlerse, zaten zindana hapsolmuş hayatım bu sefer cehenneme dönerdi. "Görse umursayacak mı sence?" Diyen iç sesim duraksamama sebep oldu. Annemin umurunda mıydım sahiden? Yoksa ailemin mi demeliydim. Onların sayesinde içe kapanık ve yaşayan ölü olan biri haline gelmiştim. Fazla konuşmuyordum, doğru düzgün yemek yemiyordum, odamda ve bana ait olan neredeyse herşey siyah renkti, sadece anaokulundan beri iki tane arkadaşım vardı, mükemmel notlarım yoktu. Ruhsuzdum. Yaşıtlarım gibi bir sevgilim yoktu. Sayelerinde insanları bile sevemiyordum. Kimseye bağlanamıyordum, istesem bile. Sanki dünyaya yabancı bir insandım. Hızlıca evden çıkmak için hazırlanmaya başladım. Hızlıca dediysem bu haldeyken yirmi dakika olmuştu. Gri eşofman üzerine ince gri bir uzun kollu tişört onun üzerine de bir hırka giyip evden çıktım. Yine yağmur yağıyordu. Başıma ne geldiyse yağmur yüzünden gelmemiş miydi zaten?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Melek
Fiksi PenggemarO karanlık bir melekti; Bense karanlığın ta kendisiydim. Mevsim- Hande Erçel Aybars- Tolga Sarıtaş Oğuzhan- Çağlar Ertuğrul Eylül- Burcu Özberk Murat- Emre Kınay Doğu- Alperen Duymaz Anne- Didem İnselel Ada- Afra Saraçoğlu Yağız- Onur Tuna Dr. Sima...