"Cehennem yanmaktan değil, kül olmaktan korktuğumuz yerdir."
Yazarlar kendi bakış açılarıyla aşkı tanımlamıştı. Kimisine göre acıydı aşk; tamamen siyah ve karanlık. Kimine göreyse de tam tersi mutluluktu. Her nefes alışınıza sebep olan, soyutluğunu hissettiğiniz tarifsiz mutluluk. Benim ilgimi hiçbiri çekmeyi başaramamıştı. Aşk ölüm de değildi, mutluluk ta... Ölüm olsa bir ana hitap eder, mutluluk olsa da gözyaşına ihanet ederdi. Aşk araftı. Boşluğunda kaybetmekten korkmadığınız lakin huzurun size kollarını tam anlamıyla açmadığı bir araf... Güneş ağlamaklı, ay ise pür neşe, bulutlarınsa boynu bükük.
"Seni bir öpsem, ilinin hatrı kalırdı. İkinci defa öpsem üçün boynu bükük."
Gözlerimi ferah, bembeyaz bir odada açtım. Etrafıma baktığımda tavan dahil her yer masumiyetin temsili beyaza bürünmüş bir şekilde göz alıcıydı. Çıplak ayaklarımla odada yürürken hala etrafa bakıyor, bir nesne arıyordum lakin burada sadece ben vardım. Üzerimde yarım kollu beyaz, tam dizin iki karış yukarısında biten bir elbiseden başka birşey yoktu. Oda boyunca yürürken, uzayan bir koridor gördüm ve adımlarımı oraya doğru sıklaştırdım. Sessizlik, mahşer gününü andıracak kadar yoğun, kimsesizdi. Koridoru yürürken bir an geriye bakmak için kafamı çevirdim, gerisi bomboştu, beyazdı. Önüme döndüğüm an annemle karşılaştım. O da beyaz giyinmişti.
"Anne." dedim özlem dolu bir ses tonuyla. Aramız pek iyi değildi ve diğer kızlar gibi anneme tapan birisi de değildim. Sadece beni hiç merak etmeyişi yüzünden endişeliydim. Sadece yüzüme baktı.
"Anne!" dedim yeniden, savaşırcasına.
"Geri gelme." Sadece bu iki kelimeyi söyledi ve bir silüet olarak gözden kayboldu. Yok oldu. Gitti. Bir kez daha beni sorgusuz bırakarak gitti. İnsanoğlu böyleydi, aslında sevgisiz ve bencil. Yürümeye devam ettim. Bacaklarım yavaş yavaş ağrımaya başlasa da yürüdüm. Yolun sonunu merak ediyordum. Yol bittiğinde, yürümeyecektim. Koridorun sonuna yaklaşmaya başladığımda üşümeye başladım. Üzerimdeki bez, dikişsiz elbisenin inceliği tuzu biberi olmuştu. Yolu göremiyor, sadece yürüyordum. Yürüdükçe, önüm açılıyordu. Kollarımı bedenime sararak iki adım daha attım ve oraya çakılı kaldım.
Yolun sonunda bir uçurum, uçurumun ucunda sırtı dönük bir erkek vardı.
"Lütfen o olmasın, lütfen." dedim ve korkarak yürümeye devam ettim. Yürümekte o kadar zorlanıyordum ki, rüzgâr basıncı beni geriye itiyor ve her seferinde ayaklarım neredeyse hareket edemiyordu.
"Aybars!" diye bağırdım titrek bir sesle. Dönmedi.
"Aybars!" dedim yeniden. Ona yürümekte ne kadar dirensem, rüzgâr o kadar karşı koyuyordu bana. Gözlerim acımaya başlasa da, yeniden seslendim.
"Aybars!" Bu sefer o kadar güçlü bağırmıştım ki, boğazımda tarifsiz bir acı yerini almıştı. Döndü. Simsiyahtı, bu beyazlığa zıt olacak derece.
"Git." Ona bakarken, dolu gözlerini gördüm. Onu hiç böyle görmemiştim. İçimde bir sızı oluştu. Yeşil gözleri oldukça koyu ve boştu. Vücuduysa, sanki artık kendini taşımaktan yorulmuş gibi bitkindi.
"Hayır." dedim kararlı bir ses tonuyla ve rüzgâr duruldu. Yanına doğru koşmaya başladım. Yanına ulaştığımda aşağı bakıyordu. Aşağısı harabeydi. Her yer yıkık dökük ve ürkütücüydü. Betonlar, kayalar, kemikler... Bir uçurumun sonu harabeydi.
"Sana git buradan dedim!" diyerek üzerime gürledi. Söylediği cümle çoktan içimi yaralarken, nötr bir cevap verdim.
Sesim oldukça hissizdi. Onun gibi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Melek
FanfictionO karanlık bir melekti; Bense karanlığın ta kendisiydim. Mevsim- Hande Erçel Aybars- Tolga Sarıtaş Oğuzhan- Çağlar Ertuğrul Eylül- Burcu Özberk Murat- Emre Kınay Doğu- Alperen Duymaz Anne- Didem İnselel Ada- Afra Saraçoğlu Yağız- Onur Tuna Dr. Sima...