Karanlık Melek B32

255 16 11
                                    

"Biliyorum gök sana benzer; Yıldızlar gözlerine, karanlığıysa saçlarına. Biliyorum, güneş de sana benzer; Parlaklığı tenine, yalnızlığıysa benliğine."

Kalbimin siyaha bürünen, en kesici parçası kanarken gözbebeklerime kadar yorgun hissediyordum. Bu yorgunluk, kalıcıydı. Tenime bir mühür gibi işlenmiş öpücükler, sanki yara bandına ihtiyaç duyan yaralar iken sızlıyordu. Sızlayan sadece boynum değildi. Sızlayan yüreğimdi, sızlayan içimdeki kız çocuğunun paramparça olmuş kalbiydi.

"Siz ikiniz ne kadar sıkıcısınız?" dedi Alp derin bir nefes alarak oturduğu siyah parlak deri koltukta ve hafifçe doğruldu.

"Bu evde bütün gün ne yapıyorsunuz?"

Bakışları seri hareketlerle önce bana daha sonra da Aybars'a kaydı. Küstah bir parıltıyla parlayan gözleri yeniden beni bulduğunda ise etkileyici fakat fazlasıyla zalim bir şekilde gülümsedi. Bakışlarımı ondan kaçırsam da, sessizce gülmeye ve aşağılayıcı bakışlarını saklamamaya devam etti.

"Ben acıktım. Yiyecek birşeyler yok mu?" Huysuz bir şekilde sızlandığında derin bir nefes aldım.

Alp'i umursamadan kafamı Aybars'a çevirdim. Gözlerim yeniden gözlerine kaydığında sonsuza kadar hapsettiği karanlıkla bir kez daha tanıştım. Sinirli, yorgun, melankoliydi bakışları. Benimse çözmek istediğim o bakışların altında yatan duygulardı. Kim olduğunu sorgulayan benliğimle başbaşa kalıyordum onun yanında. Aybars kilitli bir kutuydu ve anahtarı denize atılalı yıllar olmuştu.

"Aybars." dedim sakin bir şekilde, fısıldar gibi.

Kafasını kaldırdığında bir an bana baktı ve ardından bakışlarını Alp'e çevirdi.

"Acıktıysan mutfağa git ve birşeyler bul." Alp dediği cümleye keyifle güldü. Beklediği tepkiyi aldığı gözlerinin parlamasından aşikardı.

Yerinden yine gülümseyerek kalktığında, ben de ayaklandım. Odama gidip uyusam daha iyi olacaktı.

"Nereye gidiyorsun?" Sert sesine karşı ifadesizce baktığımda, gözlerindeki ifade oynamadı. Fazlasıyla donuk ve tehditkâr bakıyordu.

"Odama. Uyuyacağım sakıncası mı var?" dediğimde emin olmak istercesine baksa da kafasını salladı.

"Şey bu arada." dediğimde tamamen söylememi beklercesine yerinde doğruldu.

"Benim telefonum yok. Eylül'ü arayacağım."

Söyleyeceğim cümleyi bile kafamda on defa tartıyor, tepkisinden kaçıyorcasına konuşuyordum onunla. Şiirlerde bahsettikleri ölümün o acı soğukluğu vücudunu ele geçirmiş ve yönlendiriyordu. Dengesizdi, kıracak ama kırdığı kalbe yara bandı yapıştıracak kadar. Gizliliği ona ulaşmamı engellese de aramızdaki çekimi bir gün hissedeceğine inanıyordum.

"O güvende, merak etme. Bir süre telefon kullanmayacaksın, kimsenin bize ulaşmaması için."

"Okula da gitmiyorum. Bütün gün bu evde mi kalacağım?" dedim dayanamayarak. Onunla bütün gün bu evin içinde kalırsam, duygularım kendini bana acımadan açığa çıkarırdı ve ben önüne geçemezdim.

Hiçbir şey söylemeden baktı. Susmamı emreden bakışlarına aldırmadan konuşmaya devam ettim.

"Benim bir hayatım var Aybars. Burada kalamam." Gözlerim dolarken donuk ifadesi zihnimde paramparça olan camların üzerinden geçti beynimi tamamen delerek. Konuşmaması, beni zihnimle başbaşa bırakıyordu. Ben zihnimle başbaşa kaldığımda ise, kendimi kaybediyordum.

"Benimlesin ve yarın bu şehirden gideceğiz."

Kaşlarımı çatarak dediği cümleyi beynimde tarttım. Soğukluğu iliklerine kadar işlemiş bu adam, beni de yanında sürüklüyordu. Yüreğime işlemiş acı onunlayken hep nefes alıyordu, son canını veremeden. Onunla olmak, bana kırmızı kadar iyi gelmiyordu. Nasıl ki bedenim ve ruhum kırmızıyla bulandıysa, o da acısıyla kalbimi suluyordu. O su, kanlıydı; yalnızdı. Sadece ondaydı ve o su beni ona çekiyordu. İnsan sevgisini görmeyen veya tamamen yok sayan birisiyle kalamazdı. Ben de bana çok susadığımda o suyu veren Aybars'la kalamazdım. Bu daha çok acı verirdi. Şimdi anlıyordum kitaplarda neden karşılıksız aşkın neden bu kadar acı çektiğini, parçalanan yüreklerin neden kanamayı kesmediğini... Karşılıksız hiçbir şey yeterli değildi; özenle yazılmış şiirler bile karşılıksız aşktan ibaretti.

Karanlık MelekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin