Leon'dan
Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak
durumundadır. Bu bir çeşit alın yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları
tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alın yazısı da ölümün anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere göre bu durum daha acıklıdır. Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum.Bu nedenle sevgili Bilge, mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim. İnsanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. Durup dururken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim. Hiç kimseyi görmüyorum. Albay da artık benden çekiniyor. Ona bağırıyorum. Bütün bunları yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. Fakat bunlar yazı, sevgili Bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.
Geçen sabah erkenden albayıma gittim. Bugün sabahtan akşama kadar
radyo dinleyeceğiz, dedim. Bir süre sonra sıkıldı. İnsandır elbette
sıkılacak. Benim gibi bir canavar değil ki. Bunun üzerine onu zayıf
bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakkı olmadığını yüzüne bağırdım. Ben yalnız kalmalıyım. Başka çarem yok.Elimde ki kitabı hemen baş ucumda ki komidinin üzerine bıraktım. Eminim ki herkesin bir baş ucu kitabı vardır. Benim de elimden düşürmediğim kitaplar birisi buydu. Oğuz Atay-Tehlikeli Oyunlar. Genel olarak kitap okumayı çok sevdiğim için okuduğum herşeyden kendime bir pay çıkarırdım. Bu kitaptan kendime çıkardığım payda benim yalnız kalmaktan başka çarem olmadığıydı.
Annemin Atina'lı olması ismimin nereden geldiğini açıklamaya yeterliydi. İlk okuldan mezun olduğumda babamın işleri doğrultusunda İstanbul'a taşınmıştık. Lisede karar verdiğim gibi burada Tiyatro bölümünü bitirmiştim, geçen dönem.
Ailemle beraber yaşamıyordum. Ağabeyim ve babam kendini şirkete vermişken benim aralarında kaybolduğum kitaplarım, dinlemekten bıkmadığım şarkılarım, oynamaktan sıkılmadığım sahnelerim vardı. Bu yüzden ben kendi kabuğuna çekilmiş bir insandım. Ağabeyim kadar olmasa da benimde şirkette geçirdiğim zamanlar oluyordu babamın isteğiyle. Bundan şikayetçi değildim, lakin meslek olarak yapabileceğimi düşünmüyordum.
Çalan telefonun sesi tüm odayı doldurduğunda kitabımın hemen yanında ki telefonu elime aldım. Arayanın Mehmet olduğunu görünce bugün buluşacak olduğumuz aklıma geldi. Telefonu açıp nereye gideceğimizi konuştuktan sonra hazırlanmak için kalkmıştım.
Kot ceketimi de üzerime giyip saçlarımı ellerimle geriye doğru yatırdım. Elime araba yerine motorumun anahtarlarını alıp alt kata inmiştim. Saliha Ablaya birşeyler yemeyeceğimi söyleyip kendimi dışarı attım.
Gideceğimiz kafe-barın hemen önünde motorumu parkettiğimde Mehmet'in ve Selim'in kafenin girişinde beni beklediğini gördüm. El işareti yaparak yanlarına çağırıyordu. Kafeye girdiğimiz vakit kulaklarımı hoş bir müzik doldurmuştu. Ardından müziğin doldurduğu kulaklarıma kadife bir ses daha iliştiğinde gözlerimi sahneye dikmiştim. Bir kız gözleri kapalı kendini müziğin ritmine kaptırmış şarkı söylüyordu. Bir ara gözlerini aralasa da deniz mavisi gözleriyle gözlerim buluşmadan kendini tekrar müziğe kaptırmış göz kapakları rengini denizden alan mavilerini örtmüştü. Başak rengi saçları sımsıkı toplanmış üzerinde ki dümdüz siyah elbise ona inanılmaz bir şekilde yakışmıştı.
Ben bir kızı mı inceliyordum?
Mehmet'in 'Daldın oğlum kıza, hayırdır?' diyip imalı gülüşüyle gözlerimi devirdim. Tamam biraz incelemiş olabilirdim. Sadece birazcık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEFTUN
FanfictionRuhunda ki tüm yaralara rağmen sevebilen insanlar cesur insanlardır. Karanlığın içinde kalsalarda, kendilerini aydınlatamadıklarını düşündükleri anda, hayat onlara asıl ışığın kendilerini olduğunu gösterir. Belki acıtarak, belki kanatarak. Belki de...