Bölümleri ne zorluklarla yazıyorum bir bilseniz. :| :|
"Ne demek atalarına bağışladı? Bana şunu düzgün anlatın." Sesim fazlasıyla yüksek çıkmaya başlamıştı ama umurumda değildi. Sürekli benden habersiz bir işler dönüyordu ve bu canımı sıkmaya başlamıştı artık. O kadar sinirliydim ve hayal kırıklığım o kadar büyüktü ki vücuduma dalga dalga sıcaklık yayılıyormuş gibi hissediyordum.
Çınar hoca kolumdan tuttu. "Geç otur şöyle, sakinleş. Anlatacağız." Beni masasının önündeki koltuklardan birine oturttu. Karşımda Yusuf hoca oturuyordu ve bana olan bakışları hiç hoş değildi. Hem korkuyor, hem de tiksiniyor gibi duruyordu.
"Oturdum. Anlatın." dedim sakin kalmaya çalışarak. Fakat nasıl sakin olabilirdim ki? Kırıp dökesim geliyordu bir yerleri.
"Annen, seni bir törenle atalarına bağışlamış, gölge olabilmen için." Çınar hoca kendi sandalyesine oturmuş ve bakışlarını bana kilitlemişti.
Sözünü kestim. "Evet bu kısmı anladım ama neden?" Bir an önce öğrenmek istiyordum yoksa patlayacak gibiydim.
"Sorun şu ki, bilmiyoruz. Annen bize bu konudan bahsetmedi. Ve-"
Bu sefer lafını kesen ben değil, Yusuf hocaydı. "Ve her şeyin bir bedeli vardır." dedi benim gibi bir an önce konuşmayı hızlandırmak ister gibi.
"Peki neymiş bu bedel?" Dalgaya vurasım geliyordu artık her şeyi, ya sinirden etrafa zarar verecektim ya da ciddiye almıyormuş gibi davranacaktım. Ortası yoktu bu işin.
"Bedeli, hizmet etmen." dedi Çınar hoca.
"Kime ya da neye?" Sesim yine yükselmeye başlamıştı. Keşke her şeyi tek seferde söyleseydi.
"Annene bu konuda kim yardım ettiyse, muhtemelen ona. Çünkü tören tek başına gerçekleştirilebilecek bir şey değil." Tek kaşını hafifçe yukarı kaldırdı.
"Harika. Yani gerçekten tehlikedeyim öyle mi?" Burası gerçekten de sürgünmüş benim için.
"Evet, dışarıda tehlikedesin." Karşımda oturan Yusuf hoca bana hala aynı şekilde bakıyordu.
"Fakat burada da güvende değilim! Geçen gün olan şeyleri gördünüz. Belki de... Belki de o gün ölecektim ve bunu yapan kişi hala yakalanmadı." Oturduğum yerden ayağa kalktım. Kalkanın içinde bile bir düşman vardı. Burası da dışarısı kadar tehlikeliydi benim için.
"Sorun şu ki Melodi," Çınar hoca ses tonuyla beni sakinleştirebileceğini düşünüyor olmalıydı. İmkansız! "Bir yabancının izine rastlayamadık. Belki de o gün beynin sana oyun oynadı."
"Ne yani manyağım ben öyle mi? Gecenin bir vaktinde kendi kontrolüm dışında ormanın içine gidiyorum ve beynim bana oyun mu oynadı!" Sesim daha da yükselmişti. Orada biri vardı, beni çağıran biri vardı.
Yusuf hoca bu sefer normal bir şekilde baktı. "Otur," dedi otoriter bir sesle. Oturdum. "İnsanların buraya toplanmasını istemeyiz." Beni süzüyordu, sanki bir sonraki sözlerimi tahmin etmeye çalışır gibi.
Çınar hoca devam etti. "Buna beyninin bir aldatmacası diyebiliriz. Güçlerin ortaya çıkmak için bekliyor ve..." Durdu ve gözleri hafif aşağıya indi. "Kolyeni çıkarmışsın. O sırada takıyordun değil mi?"
Başımı evet anlamında salladım. "Güçlerin ortaya çıkmak için hazır ve kolye yüzünden zihnini fazlasıyla zorlamış olabilir, bu ilk ihtimal." Durdu ve birkaç saniye bekledi. "İkinci ihtimalin olmasını istemeyiz."
Kaşlarımı çattım. "İkinci ihtimal ne?"
"Kalkanın içerisinde bir yabancıya dair iz bulunamadı."
"Bu..." dedim. Sesim titremişti. Boğazımı temizledim. "Bu, bana bunu yapan kişinin bu okuldan biri olduğu anlamına geliyor değil mi?"
Usulca başını salladı. "Bu ihtimali görmezden gelemeyiz ama böyle bir şey olmamasını umuyoruz."
Yusuf hoca sessizce bizi dinliyordu ve konuşmaya katılmadı. En azından bu sefer yüzünde o iğrenç ifade yoktu.
"Anlıyorum." dedim sakin bir sesle. "Şimdi izninizle. Madem bu okulda bile güvende değilim o halde en azından olabilmek için çalışmam gerek."
Başımı hafifçe eğip selam verdim ve odadan çıktım. Bir şeyleri kırıp dökmeden sakinleşmeliydim. Umutsuz bir halde koridorda hızlıca yürüyordum. Hole geldiğimde birkaç kişinin okuldan çıktıklarını gördüm. Doğru, bu gün cumaydı ve öğrencilerin çoğu ailelerinin yanına gidiyordu. Ben gidemezdim, evde olmak beni gerçekten boğardı. Hafta sonumu yalnız başıma burada geçirecektim demek ki.
Doğu kanadına geldiğimde Mert'le karşılaştım ancak konuşacak halde değildim. Gülümseyip yanından geçtim ve odaya girdim. Elif yoktu, yatağının üstündeki kitabı da yoktu. Demek ki o da gitmişti. Odaya girdim ancak neden girdiğimi bilmiyordum. Burada ne yapacaktım ki sanki? Yastığımın yanında duran kolye ve telefonu elime aldım. Annem beni bir gölge yapmış ve güçlerim açığa çıkmasın diye bunu takmıştı öyle mi? Merak ettiğim ve sormam gereken çok soru vardı. Ancak hiçbirini cevaplamayacağını biliyordum. O yüzden her şeyi ben çözmeliydim. Kolyeyi yerine bırakıp telefonun ekranını açtım. Birkaç saçma sosyal medya bildirimi dışında hiçbir şey yoktu.
Çalışmalıyım diye düşündüm. Hem vücudumu geliştirmeliydim, hem de zihnimi. İkincisini nasıl yapacağımı henüz bilmiyordum bile. Telefonu yatağın üstüne fırlatıp odadan çıktım ve tekrar batı kanadına yöneldim. Bu saatten sonra ders yoktu ve sonraki iki gün boyunca okul neredeyse boş olacaktı. Bu süreci tek başıma çalışmaya harcamam gerekiyordu. Amacım diğerlerine yetişmek değildi, benim amacım hayatta kalabilecek biri olmayı başarmaktı.
Batı kanadına gittiğimde Dövüş Sanatları sınıfına girdim, kimse yoktu. Önce birkaç dakika boyunca vücudumu biraz esnettim ve sonra kuklalardan birinin önüne geçip sabah Mert'in öğrettiği kısıtlı sayıda hareketi tekrarlamaya başladım. Başlangıç hareketi olsalar da, ne kadar iyi yaparsam o kadar iyi olacaktı.
Bir saat sonra kollarım kuklaya vururken acımaya başlamıştı. Bırakmak istemiyordum, daha da hızlanmıştım. Hareketleri artık daha hızlı yapmak için kendimi zorluyordum. Ancak bir süre sonra durdum. Kendimi yaralamaktan korktum sanırım. İçimdeki sinir biraz olsun bile azalmamıştı. Kuklanın önünde kendimi yere bırakıp yan tarafımda duran suyu içtim. Neredeyse yemek saati gelmişti. Aç olduğumu bilsem de boğazımdan bir şey geçip geçmeyeceğinden şüpheliydim.
Ayağa kalkıp yemekhaneye gittim. Saçlarımı atkuyruğu toplamıştım. Yürürken zil çaldı. İçeri girdiğimde birkaç kişi dışında kimse yoktu. O yüzden yemek sırası da yoktu. Tabağıma yemeklerden biraz koyup boş masalardan birine ilerledim. Yemeğimi bitirip kalktığımda tabağımı boşların olduğu yere koydum ve odama ilerledim. Duş alıp biraz kitap okuyacaktım. Beynimi meşgul etmeliydim yoksa sinirden ne yapacağımı bilmez hale gelecektim.
Doğu kanadına geldiğimde fazla sessiz olduğunu fark ettim. Neredeyse herkes evine gittiği için bomboştu. Odama girip kapıyı kilitledim ve duşa girdim. Çıktığımda bir süre yatakta bornozumla uzandım.
Ben buraya hayallerimi, arkadaşlarımı, emeklerimi ve ailemi bırakıp gelmiştim. Hayatımın bu hale geleceğini nasıl bilebilirdim ki? Elbet bir gün öğrenecektim bir şeyleri. Annemin saklama amacı neydi ki?
Düşüncelerim yine beynimi istila etmeye başlamıştı ve yüreğime ağırlık yapıyordu. Bunun olmasını reddederek kalktım ve giyindim. Biraz bahçede yürüyüş yapmak iyi gelecekti. Akşam olmak üzereydi, gökyüzü kırmızı ve turuncuya boyanmıştı, bir süre sonra yerini siyaha bırakacaktı.
Bahçeye çıktığımda taze havayı içime çektim. Evet, her şeyden daha çok rahatlatıyordu bu insanı. Bu gün her zamankinden yorucu bir gün olmuştu. Ancak bundan sonraki günlerimin yanında hiçbir şeydi.
---
İyi günler dilerim!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGE
FantasyReklam yorumları yapmayın. "Bir sabah uyandım ve hayatım hiç olmadığı kadar farklıydı." 18 yaşına geldiğinde özel bir soydan geldiğini öğrenen bir kız, koruma kalkanı ile dışarıdan izole edilmiş bir okula gönderilir. Bu okul farklı yetenekleri olan...