Bölüm 10

85.5K 6.2K 981
                                    

Uyandığımda saat 6 idi. İçimdeki huzursuzluğa rağmen deliksiz uyumuştum. Kahvaltıya daha iki saat vardı. Dövüş sanatları sınıfına gidip biraz daha çalışabilirdim. Ama artık farklı hareketler üzerinde çalışmak istiyordum. En azından birkaç yeni hareket daha... O yüzden telefonumdan Youtube'a girdim. Kaslı kaslı adamlar birkaç hareket gösteriyordu. Telefona karşı gözlerimi devirdim ve ben nasıl yapayım bunları diye geçirdim içimden.

Odadan çıkıp batı kanadına gittim. Okul bomboştu, saat 6 olduğu için de okulda olanlar da uyuyor olmalıydı. Sessizlik yüzünden attığım her adım büyüyüp, taş duvarlarda yankı yapıyor ve kulağıma tekrar ulaşıyordu. Adımlarımı daha hafif, daha sessiz atmak için çabaladım. Ama nafile.

Dövüş Sanatları sınıfına ulaştığımda içeriden gelen sesler, benim gibi burada kalmış ve tek başına çalışıyor gibi duran birine aitti. Toprak'a. Kapıdan girdiğimi gördüğünde durdu. Buz mavisi gözleri, şişmiş gözlerime nazaran fazla delici bakıyordu. Üstündeki siyah tişört daha da belirginleştiriyordu bakışlarını. İçeri girenin ben olduğumu gördüğünde önüne dönüp çalışmaya devam etti.

"Günaydın." dedim bu davranışına rağmen. Beni sevmiyor diye onun gibi yapacak değildim.

Kuklalardan birinin önüne geçmeden ısınma hareketlerini uyguladım. Toprak gerçekten çok profesyonelce hareket ediyordu ve ondan gözlerimi alabilmek için kendimi zorlamam gerekmişti. Kuklanın önüne geçtiğimde öğrendiğim hareketleri tekrarlamaya başadım. Mert burada olsaydı yeni şeyler öğretebilirdi bana. Birkaç metre ilerimde duran Toprak sanki ben orada değilmişim gibi çalışmaya devam ediyordu. Peki, ben de öyle yapacaktım o zaman.

Kendimi önümdeki kuklaya odaklayıp çalışmaya devam ettim. Ancak sürekli aklıma bir şeyler geliyordu ve tam olarak kendimi çalışmaya veremiyordum. Bu yüzden hamlelerimi daha sert, daha sık yapmaya başladım.

"Bir yerlerini kırmayı mı amaçlıyorsun?" Birkaç kukla ötemde duran ve varlığımdan habersiz gibi çalışmaya devam eden Toprak, kafasını kaldırmış bana bakıyordu. "O halde biraz daha sessiz ol, dikkatimi dağıtıyorsun." Buz mavisi gözlerini benden çekip tekrar kuklaya döndü.

"Denerim." dedim net ve kısa bir şekilde. Küstah demek geliyordu içimden. Zaten fazlasıyla sinirliydim ve her an patlayacak gibiydim, bilmediğim bir sebepten beni sevmeyen birinin davranışları daha da sinirimi bozuyordu.

"Düşündüm de," dedi tekrar söze girerek. Gözleriyle kuklayı işaret etti. "Sanırım amacın cansız kuklayı öldürmek."

"Neden kendi önüne bakmıyorsun?" Bakışlarımı ondan çekip tekrar önüme döndüm. Sinirim bozuluyordu.

"Sakin ol gölge," dedi ellerini teslim olmuş gibi havaya kaldırırken. "Takılıyordum." Ses tonu yoğundu.

"Bana öyle seslenme." dedim. Gözlerimi inatla üstünde tutuyordum, meydan okur gibi. Tek hareketinde beni yere yapıştırabilecek kadar güçlü duruyordu.

"Neden, dokunuyor mu yoksa?" dedi bana doğru yürümeye başlarken. "Peki ufaklık, şimdilik dediğin gibi olsun." Aramızda belki de üç adım kala durdu. Yüzünde düz bir ifade vardı. Altındaki eşofmanın ceplerine elini sokup bir adım daha attı.

Bakışlarımı başka tarafa çekmemek için kendimi zorladım. Bir adım daha attı. Artık aramızda sadece bir adımlık mesafe vardı ve delici mavi gözleriyle yüzümü inceliyordu. Vücuduma adrenalin salgılandığını hissettim. Kalp atışlarım hızlanmaya başladı. En sonunda pes edip bakışlarımı çektim. Ancak bunu yaptığım için kendime kızdım.

Arkamı dönerken "Aptal." dedim. Ancak bu onun için değil de kendim içindi. O sırada bileğimden tuttu, sıkıyordu ve biraz daha tutarsa morarabilirdi. "Ne yapıyorsun sen?" dedim sabırlı olmaya çalışarak. Arkamı dönüp baktığımda yine gözleri gözlerimdeydi. "Bak gerçekten sabrım yok. Buraya çalışmaya gelmiştim ve şimdi gidiyorum. Keyfince çalışabilirsin." Bakışlarımı bileğimdeki eline yönelttim. İnatla çekmiyordu.

Sonra beni tamamen kendine döndürdü. Kalbim yine hızlanıyordu ve bileğim gerçekten morarabilirdi. "Bu şekilde çalışarak bir yere varabileceğini mi sanıyorsun?" dedi. Beni omuzlarımdan tutup bu sefer kuklaya çevirdi. İtaat eder gibi itiraz etmeden döndüm. Sonra arkamda durdu ve ellerimin üstüne ellerini koydu. Nefesini kulağımda hissediyordum ve nefesim düzensizleşmişti. "İşte bu şekilde vurmalısın." dedi ellerimin üstündeki ellerini hareket ettirirken. "Anladın mı?" Konuştukça nefesini daha çok hissediyordum.

"Hı? E-evet. Anladım." diyebildim. İçten içe eğlendiğini hissedebiliyordum.

"İyi o zaman, dene bir kere." dedi ellerimin üstündeki ellerini çekmeden. Ellerimi onun yaptığı gibi hareket ettirdim. Beğenmiş gibi "Aferin ufaklık." dedi ve ellerini çekip sınıftan çıktı.

Kapıyı kapattığı an yere oturdum. Ne oluyordu bana yine? Nefesini hissetmek ürpermeme sebep olmuştu. Bilerek mi yapıyordu yoksa ben mi farklı tepkiler veriyordum bilmiyordum. Bir süre normale dönmek için gözlerimi kapatıp oturduğum yerde bekledim. Gözlerimi açtığımda beni öyle bulmasından çekinerek kalkıp çalışmaya koyuldum. Bana böyle engel olacak saçma şeyler hissetmemeliydim. Benden nefret eden insanın kalbimi hızlandırması hoş bir durum değildi. Başımı sağa sola sallayıp bunları düşünmeyi reddettim ve çalışmaya devam ettim.

Kısık sesli zil sesini duyana kadar mola vermeden çalışmıştım ve kollarım ağrımaya başlamıştı. Çalışmayı bıraktığımda yorgunluktan kollarımı sabit tutamadım. Kahvaltı saati gelmişti. Önce bir odama gidip üstümü değiştirecektim.

Odadan çıktığımda yemekhaneye gittim ve tepsime kahvaltılıklardan koydum. Çok bir şey yiyecek halim yoktu. İştahsızdım, her şey üst üste geliyordu şu sıralar. Daha bir haftadır buradaydım ve hayatımda yaşamadığım heyecanı, aksiyonu ve stresi burada yaşamıştım. Bu kadar duygu fazlalığı ömrümden on yıl almıştır herhalde.

Masalardan birine oturup önümdeki azıcık şeyi didiklemeye başladım. Bir şeyler yemezsem güçsüz düşecektim ve o zaman hiç çalışamayacaktım. Bunun olmasını istemiyordum. Ama bir yandan da her şeyi boşverip gidesim geliyordu buradan. Yine de iç çatışmamda kal ve savaş düşüncesi baskın geliyordu. Nereye kadar böyle sürecekti bilmiyordum. Ben önümdekileri didiklerken içeri Toprak girdi ve bana bakmadan bir tepsi alıp tabağına bir şeyler koymaya başladı. O benim yaptığımın tam zıttını yaparak tabağına fazla fazla koydu. Sonra dönüp masalara bakacakken kafamı çevirdim. Ona bakarken yakalanmak istememiştim. Kafamı tabağıma eğdim ve didiklediğim şeyleri yemeye başladım.

Masada karşıma başka bir tepsi konulana kadar da gözlerim tabağımdaydı. Kafamı kaldırdım. Toprak sanki boş bir masaya oturur gibi tepsisini koymuş ve oturmuştu. Bana bakmıyordu, eline çatalını alıp yemeye başladı. "Öyle bakmaya devam edecek misin?" O umursamaz sesi yine beynimde yankılanmıştı.

"Gözlerin çok güzel," dedim içimden ona karşı, onun beynimdekini duymayacağını bildiğim halde.

Kafasını kaldırıp bana baktı. Önce şaşırmış gibiydi, sonra yüzüne gizemli bir gülümseme yayıldı. Yine beynime konuşuyordu. "Teşekkür ederim, ufaklık."

GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin