Bölüm 41

53K 4K 1.4K
                                    

Toprak babasının bileğini sertçe kavradığında bakışları beni bile korkutacak kadar soğuktu. İçinde bir oluşan bu öfke, beni korumak istediği içindi. Bunun farkına varmak, ya da belki de bunu bilmek içten içe beni rahatlatsa da kendimi ona bırakmamalıydım.

Böyle bir anda kalbimin teklemesi ne kadar da mantıksız bir durumdu. Ama oluyordu, bütün bu stresin ve korkunun arasında neredeyse mutlu olmak üzereydim.

Neredeyse.

Babası bileğini geriye çektiğinde Toprak boşta kalan elini yumruk yapıp aşağı indirdi. "Ona dokunamazsın." diye tekrarladı buz gibi bir sesle. Sahi, nasıl bu kadar korkutucu olabiliyordu ve bu korkutucu halin hoşuma gitmesi ne kadar normaldi?

Tek bildiğim, burada geçirdiğimiz şu kısacık zamanın bana bir ömür kadar uzun geldiğiydi. Hayatım boyunca bilmeden geleceğimi bağladıkları bu adamla sonunda her şeyden haberdar halde karşı karşıyaydım. Önceki karşılaşmamızdan oldukça farklıydı bu, ikimizde bu karşılaşma sonunda bir tarafın galip geleceğinin bilincindeydik.

Mehmet Alas, ellerini takım elbisesinin ceplerine sokup beni inceledi. Sessizliğimi koruyor gibi dursam da ona bakmaktan çekinmiyordum. Gözlerimi gözlerinden bir an olsun bile ayırmamıştım.

İçimden "Korkacak bir şey yok." diye geçiriyordum. "Karşındaki bu insan, kötü niyetli de olsa bir insan. Güçleri senin güçlerinin yanında hiçbir şey kalıyor. Ve sana düşen, kolayca bu adamı yenmek."

Yine de kolay olmayacağını biliyordum. Kaçarsam tekrar bulunacaktım. Şimdi ise karşısına dikilmiştim. Artık bu işten bir galip çıkacaktı.

"Ona bahsetmedin değil mi?" Mehmet Alas, oğluna bakarak söylemişti bunu. Sesindeki bu kibirle sorduğu bu cümle içimdeki mutluluğu alıp götürdü. Yerini filizlenmeyi bekleyen bir endişe tohumuna bıraktı. Toprak bana neyi söyleyecekti?

"Anlat ona oğlum. Hadi, aslında ona nasıl ihanet ettiğini anlat."

Toprak yumruklarını daha da sıktı. Duyduklarım doğru muydu? Doğru olamazdı, aklıma girmeye ve gardımı indirmeye çalışıyordu. Yine de içimdeki o tohum ilk filizini vermişti bile.

"Toprak." dedim babasından ayırdığım gözlerimi endişeli bir şekilde ona çevirirken. "Ne oluyor? Doğru değil bunlar, değil mi?"

Babasının yüzüne yerleşen tatminkâr, sinsi ve bir o kadar da iğrenç gülümseme başımı döndürmüştü. "Hadi söyle oğlum. Sen anlat."

"Umduğun şeyi başaramayacaksın." dedi Toprak. Ses tonunda anlamlandıramadığım bir şey gizliydi. Endişe mi, huzursuzluk mu, yoksa olacaklara razı olma mı bilemiyordum. Bir kez olsun bana bakmamış, benim babasıyla onun arasında gidip gelen bakışlarım arasında beni görmezden gelip, babasına bakmaya devam etmişti.

Babası bana bakarken sırıtışı genişledi. Yüzüne tükürmek istiyordum, kendimi zor tuttuğum bir andı. "Oğlum, gerçekten bu işi iyi başarıyorsun. Eh, ne de olsa kime güvendiğini bilmelisin Melodi, ya da kime güveneceğini."

"Lafı uzatma. Ne demeye çalışıyorsun?"

"Sadece gerçekleri görmen için yardım ediyorum." Elini Toprak'ın omzuna koyup bana bakmaya devam etti. Toprak ise şaşırtıcı bir şekilde karşılık vermemiş, geri çekilmemiş ya da herhangi bir şey bile dememişti. Öylece duruyordu. Bu kabullenişin sebebinin biraz sonra söyleyecekleri olduğunu düşünmek kalbimin istemediğim şekilde düzensiz atmasına sebep oluyordu. Yüzüme yansıtmaktan kaçındığım bu duygu karmaşası, kırgınlık, endişe ve en çok da korku içimi yiyip bitiriyordu.

"Ah, ormanda seni adamlarımın kovaladığı günü hatırlıyor musun Melodi?" Keyifle konuşurken oğlunun omzunu takdir eder gibi tutmaya devam ediyordu. "Hani Toprak'ın seni o adamlarımdan kurtardığı gün. Hiç üstüne düşündün mü... O an orada olması ve seni kurtarması garip gelmedi mi?"

GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin