Bölüm 26

58.7K 4.5K 387
                                    

Vücudumun her noktası ağrı içinde sızlanırken olduğum yerde kıpırdandım ve gözlerimi araladım. Olduğum yeri daha önce hiç görmemiştim ve daha önce hiç burada bulunmamıştım. Buranın neresi olduğunu anlamaya çalışırken yaşanan her şey kendini hatırlattı. Başıma bir şey geçirmişlerdi, bir çuval.

Toprak! Toprak iyi miydi acaba?

Yattığım yumuşacık yatağın ve lüks eşyaların döşeli olduğu bu odaya bakılırsa, o da iyi olmalıydı. Önce başıma çuval geçirip neden daha sonra böyle güzel bir yere getirmişlerdi beni? Her şey bir aldatmaca mıydı acaba? Yattığım yerde doğrulup ayaklarımı yerden normale göre yüksekte olan yataktan sarkıttım.

Hissettiğim korku, odanın muhteşemliğiyle birleştiğinde duygularım karmakarışık bir hal alıyordu. Yatağın üstünde, her bir köşeden aşağıya inen incecik tüller insanda onlara dokunma isteği uyandırıyordu. Sanki beş yıldızlı bir otelin en lüks odasında gibiydim. Başka, buradan farklı bir yerde gözlerimi açmış olsaydım şuan çoktan kaçmıştım ama bu oda duygularımı allak bullak etmişti. Aşağı sarkıttığım ayaklarımın yerle birleşmesine izin verip yataktan kalktım ve odanın dışarıya açıldığını düşündüğüm büyük ve sarmaşık deseni işlemeli beyaz kapısına doğru yürüdüm. Burası sahip olamayacağım kadar güzel bir yerdi, ama doğru olmayan bir sürü şey vardı.

Kapının altın rengi kolunu tutup aşağı indirdim ve sessiz bir şekilde kendime doğru çektim. Kapı birkaç milim oynamış, bir engele takılıp durmuştu. Kilit. Kapı üstüme kilitliydi. Duygularımın karmaşıklığı yerini dehşete bıraktı. Hızlıca dönüp diğer duvarlarda cam aradım. Gördüğüm kalın, dantelli bir perdeyi hızlıca kenara ittim ve arkasındaki camın kolunu tuttum. Düşündüğümün aksine rahat bir şekilde açıldı. Her kim beni buraya hapsetmeye çalıştıysa istediğini elde edemeyecekti.

Gerçi aklımdan beni buraya hapsedecek tek bir kişi geçiyordu, Toprak'ın babası. Camdan aşağı doğru baktım ve düşmemek için ellerimle pervaza tutundum. Beni buraya hapseden kişi, o an anladığım üzere belli ki camı kilitleme gereği duymamıştı. Uzun bir binanın, saymaya çalışırken başımın döneceği kadar yüksek bir katındayım. Aşağıdaki caddeden geçen arabalar karıncadan farksızdı. Camı açtığımdan beri süratle içeriyi dolduran rüzgar kalın perdenin havada dalgalanmasına sebep oluyordu. Buradan aşağı inemezdim, cam bu yüzden kilitlenmemişti. Etrafa bakıp çıkabilmek için herhangi bir şey aradım, bir binanın çatısına yakın bir pencere ya da başka bir kapı. Ama bu uğurda hiçbir şey yoktu. Başımı odanın yüksek tavanına doğru kaldırıp of çektim.

Kapıyı yumruklamak istiyordum ama kapının ardındaki kişi tehlikeli olmalıydı. Ne yapacağımı bilmeden yatağa çöktüm. Bir şeyler düşünmeliydim, kapıyı yumruklamaktan ya da aşağı atladığımda kemiklerimin paramparça olmasından daha akıllıca şeyler.

Yatağın karşısındaki duvara dayalı olan ve en az oda kadar güzel gardıroba gözlerimi diktim. Bir çıkış yolu bulmalıydım. Ama sadece düşünmek bir işe yaramıyordu ve kendi düşüncelerimle çelişip sinirleniyordum. Toprak gerçekten iyi miydi acaba...

Beni çıkarları için kullanabilecek tek bir kişi aklıma geliyordu, o da babası. Düşündüğüm gibi beni buraya o kilitlemiş olmalıydı. Babası Toprak'a kötü bir şey yapmazdı, umarım yapmazdı... Eğer onun iyi olduğunu bilsem aklım daha iyi çalışacakmış da gerçekten buradan bir çıkış bulabilecekmişim gibi geliyordu. Ama şimdi asıl o burada olmadığı ve iyi olup olmadığını bilmediğim için çabucak çıkmam gerekiyordu. Birinin hayatı tehlikede olabilirdi ve bu benim için o an her şeyden daha önemliydi.

Çıkmaz bir sokakta geldiğim yoldan başka bir çıkış yolu arıyor gibiydim. Ya da karmakarışık bir labirentte yolumu bulmaya çalışmaktan farksızdı halim. Hapsedilmiştim, tamamen isteğim ve kontrolüm dışında böyle bir yere hapsedilmiştim. Duygu karmaşası içimde büyüyüp, fırtınalar estirip duruyordu. Ya ağlayacaktım, ya da sinirden çığlık atacaktım. İkisinin de bana bir faydası dokunmazdı.

GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin