52. Bölüm

48K 3.1K 535
                                    

15.07.2020 tarihinde düzenlendi.

Çakıllı bir yolda sallanarak yürüyordum. Çıplak ayaklarım acıyor, vücudum artık gücünü kaybetmiş bir şekilde öne arkaya savrulup duruyordu. Uzaklardan bir kurt uluması duydum. Başımı çevirdiğimde artık bir ormandaydım ve ayaklarımı acıtan şeyler artık dallardı. Uluma sesi bir anda uzaktan değil de yakınlarımdan geliyormuş gibi hissettim. Paniğe kapıldım ve göğsüm hızla inip kalkmaya başladı. Yorgunluğumun son safhasında koşmaya çalışıyordum ama o kadar yavaş hareket ediyordum ki iki üç adım atmak bile işkenceye dönüyordu.

Buraya ne zaman geldiğimi, neden burada olduğumu bilmiyordum. Ama içimden bir ses kurdun beni takip ettiğini ve hızlı olmazsam kısa sürede yanımda olacağını söylüyordu. İkinci bir uluma sesi daha duyduğumda sadece dört adım atabilmiştim. Bu ses çok farklı bir yerden, bu sefer uzaktan ve ilerlersem gideceğim yönden geliyordu. Kulaklarımı dört açmaya çalıştım. Bunu yapabilirsin, diye kendimi defalarca cesaretlendirmeye çalışmama rağmen tek duyduğum kalp atışlarım ve dalların çıtırtısıydı. Ayaklarıma batan dalları umursamamaya çalıştım. Canımın acıması şuan için önem sırasına bile giremezdi.

Üçüncü bir ulumayı bu sefer sağ tarafımda, en fazla elli metre ötemde duydum. Ay ışığı bir anda sıklaşmış ağaçların arasından bir türlü zemine ulaşamıyordu ve ben zifiri karanlıkta kalmıştım. Gözlerimi olabildiğine açmama rağmen tek gördüğüm siyahtı. Sanki karanlık nefes almamı da engelliyormuş gibi ağzımı sonuna kadar açmış nefes almaya, ciğerlerimin havayla buluşmasını sağlamaya çalışıyordum. Sürekli ağaçlara, dallara sürtünüyordum ve ses çıkarıp duruyordum. Ben buradayım diye bağırsam daha az dikkat çekeceğimi düşündüm.

Yine de kurtların nerede olduğumu çok iyi bildiklerini hissedebiliyordum. Bu düşüncemin hemen arkasından arkamda bir ses duydum. Bu ses, ezilen dalların çıtırtısından başka bir şey değildi. Gelmişlerdi, benim için. Arkama döndüm ama bu çok fazla zamanımı aldı. Kaslarım katılaşmış gibiydi ve korkumdan hareket edemiyordum. Uzun zaman gibi gelen sürenin sonunda arkamda duran kurda, canavarıma bakmayı başardım.

Oradaydım. Ağaçlara dayanmış, kocaman açtığım gözlerimle etrafı görmeye ve daha büyük açamayacağım ağzımla nefes almaya çalıştığımı izledim. Sonra uludum. Midemin kazındığını hissettim, beni yakalamak için sabırsızlanıyordum.

Göğsüm hızla inip kalkarken gözlerimi açtım ve sıcaklık ayarı sonuna kadar çekilmiş minibüsün içinde yalnız olduğumu gördüm. Saç diplerimin ıslandığını hissedebiliyordum. Uyuşmuştum, sadece bir rüya olduğunu fark etmenin rahatlığıyla başımı geriye yasladım ve derin bir nefes aldım. Kalbim göğüs kafesimden fırlayacak gibiydi. Dışarıya dikkatlice baktığımda gördüğüm kabus gibi bir manzarayla değil, sık ağaçların arasından yerlere ulaşabilen ay ışığıyla karşılaşmak beni daha da rahatlattı. Gelmiştik.

Arabanın arkasında duyduğum sesle irkilip arkama döndüm. Bir şey gözükmüyordu. İki saniye sonra Toprak camıma tıklattı. Varlığı hissettiğim bütün endişeleri bastırıp beni rahatlatmıştı, buradaydı ve hiçbir yere gitmemişti.

Kapımı açıp dışarı çıktım. Ormanın ferah havasını içime çektim ve üşümemek için kollarımı vücuduma doladım. "Gelmişiz." dedim heyecanla.

"Evet, geç oldu ama herkes bizi bekliyor. Girmeye hazır mısın?" Toprak'ın belli belirsiz kasılan vücudundan onun da benim kadar heyecanlı olduğunu fark ettim. Baş parmaklarını pantolonunun kemerine geçirmiş, omuzlarını hafifçe kaldırmış bana bakıyordu. Onu böyle görmek garip geldi.

"Girelim." dedim. İçeriye Toprak'la girecek olmak beni tek başıma girmekten daha fazla heyecanlandırıyordu. Herkesin bizi beklediğini söylemişti, gerçekten öyle miydi? Burada hala isteniyor muydum? "Burada ilk yürüdüğüm zamanı hatırlıyorum." dedim Toprak'a.

"Seninle tanıştığımız gün olmalı." dedi gülerek.

"Evet, annem arabadan indikten sonra beni bu yolda yürütmüştü. Gerçekten neyle karşılacağımızdan habersizdim ve ormanın içinde hiçbir yol yapılmamış bir okul fikri delice geliyordu. Yine de hiçbir şey senin o gün kelimelerini bana farklı yoldan söylemen kadar delice gelmemişti."

Toprak kendi geçtikten sonra benim de geçebilmem için tuttuğu dalı bırakmadı. "Yüzünde oluşan dehşet ifadesi hoşuma gitmişti. Senden nefret ediyordum ve sana böyle eziyet edebilecek olmak güzel gelmişti." Kaşlarımı kaldırıp ona baktığımda güldü. "Yine de kısa bir süre sonra senden hiç nefret etmediğimi anladım Melodi. Senin güçlü olmanı istedim çünkü çok zayıftın. Benden bile kat kat güçlü olabilecekken zayıftın. Belki de o yüzden seni sevdim."

"N..ne?" dedim istemeden duraksayarak. Toprak bu halime de güldü.

"Artık hiçbir şeyin seni üzmesine izin vermeyeceğim Melodi. Seni bir kez daha kaybetme fikri bana korkunç geliyor." dedi ciddi bir sesle. İzin vermeyeceğinden adım gibi emindim.

"Bana kızdın mı?" dedim yüzüne bakamayarak. "Babanı hapse gönderdiğim için."

Yürüdüğü yolda duraksadı ve elimi tuttu. Diğer eliyle yanağımı okşadı ve başımı yukarı kaldırdı. Gözlerinin içine baktım; başı ya da sonu olmayan o derin, masmavi denizlere. "Sana asla kızmadım. Şu dünyada kızmadığım tek kişi sensin Melodi. Ben her sabah sana yaptıklarım için kendimden nefret ettim. Hiçbir zaman beni bırakmamış olmana rağmen ben seni bıraktım. Bu yüzden kendimi affetmeyeceğim."

"Ben seni affettim," dedim gözlerinin içine bakarken. "Seni uzun zaman önce affettim. İçimde hiçbir kötülük kalmasını istemedim Toprak. Ben annemi de affettim. Yaptığım onca şeyden sonra..."

"Hayır hayır. Bana bakar mısın? Yaptığın şeyleri sana zorla yaptırdılar. Kendini bu şekilde suçlamamalısın Melodi. Hem bak, geldik sayılır. İçeriye bu suratla girmek istemezsin değil mi?"

"Haklısın." dedim dolmaya başlayan gözlerimi elimin tersiyle silerek. "Gerçekten bizi bekliyorlar mı? Birbirimizi görmeyeli çok uzun zaman geçti."

Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdikten sonra elimi bana güç vermek istercesine sıktı. Sonra yine beynimde onun sesini duydum. "Bekliyorlar sevgilim."

Yolun geri kalanını heyecanlı adımlarla ilerledim. Toprak elimi hiç bırakmadı ve gideceğimiz yere kadar beni sakin tutan şey de tam olarak buydu.

Ağaçların arasında yürürken Toprak bir anda beni durdurdu. "Hatırlıyor musun?" dedi gülümseyerek.

Başımı salladım. Koca bir ağacın gövdesindeki minicik boşluğu görmüştüm. Heyecanla yanına gittim. Toprak'ın bakışları bunu benim yapmam gerektiğini anlatıyordu sanki. Elimi ağacın gövdesine koydum ve gözlerimi kapattım. Hissettiğim heyecanı bastıramıyordum. Sonunda gelmiştim. Göz kapaklarımı aşıp gözlerime ulaşan ışık huzmesi yukardan aşağıya doğru iniyordu ve ormanın derinliklerine gizlenmiş büyülü okulu ortaya çıkarıyordu.

Gözlerimi açtığımda kemeri gördüm. İlk gün bu kemerden yürüyüp okula geçmiştim. Bugün de aynısını yapacaktım. Ama o günkü benle aramda çok fark vardı; artık bütün güçlerimi nasıl kullanacağımı öğrenmiştim. Her taraf fenerlerle aydınlatılmıştı. O güzel bahçeyi, çiçekleri ve bahçeye dizilmiş insanları gördüğümde gözlerimin dolduğunu ve bu sefer gözyaşlarımı tutamayacağımı hissettim.

Toprak bütün yol boyunca yanımdan yürüdü ve elimi sıkı sıkı tuttu. Bahçeye geldiğimde ona bakıp gülümsedim, gözümden akan yaşlarla ona baktığımda onun da bana bakan gözlerinin ışıl ışıl olduğunu gördüm. Her zaman yanında olacağım ufaklık.

Elimi bıraktığında kalabalık olmuş gruba on adım kalmıştı. Elif'in burnunu çekerek bana geldiğini gördüm. Birbirimize sımsıkı sarıldığımızda o da gözyaşlarını tutamayıp ağlıyordu. O sırada onu gördüm, Mert'i. Uzun zaman önce okuldan gitmiş ve çok güzel olan arkadaşlığımız yarım kalmıştı. Gidip ona sarıldım. Artık hiçbir şey yarım kalmayacaktı.

Ve ben, gerçekten uzun zaman sonra yine buradaydım ve artık gitmeye niyetim yoktu. Benim evim buradan başka bir yer olamazdı.

GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin