Bölüm 34

62.1K 4.4K 1.2K
                                    

Oturduğum yerden kalkıp, her ne kadar benim için durmuş gibi hissetsem de akmaya devam eden zamana ayak uydurdum. Ellerimi tezgaha dayamış halde, mutfak penceresinden dışarı baktım. Görüş alanımda değildi, nerede olduğunu, benim ise ne kadar süre aynı şekilde orada oturduğumu bilmiyordum.

Toprak, beni öpmüştü. Bu cümle beynimde her yankılandığında, vücudumda bir karıncalanma oluyordu. Sanki bu zamana kadarki düşüncelerim değişmiş gibiydi. Sahi, bundan önce gerçekten bana kötü davranmış mıydı? Tek yaptığı ruhsuzca konuşmaktı. Güçlenmem için her zaman bana ders vermiş, ormanda beni o dört adamdan da kurtarmıştı. Babası ikimizi hapsettiğinde, abisine beni kurtarmasını söylemişti. Ve şimdi, beni öpmüştü.

Kalbim zaten ona her yakın olduğumda atışlarını hızlandırmıyor muydu? Çalışmalarımı onunla yapmayı da sevmiyor değildim. Her zaman iyisini öğrenmem için uğraşmış, beni kandırmamıştı.

Toprak beni öpmüştü!

Tezgaha dayadığım ellerimi yüzüme götürdüm ve birkaç saniye öylece bekledim. Suratıma yerleşmiş bu gülümseme de neydi?

Sonra, aklımda yankılanan bir başka düşünce yüzünden gülümsemem yok oldu. Annesi beni kurtarırken ölmüştü. Benim yüzümden.

Zor olmalıydı, bana kötü konuştuğu, sert çıkıştığı her vakti hoş görmemi sağlamayıp ne yapacaktı bu durum? Onun da canı yanıyordu, onun da içinde bir türlü netleştiremediği hisleri, acıları vardı. Sürekli öldürme planları kurduğu kişiyi öptüyse, canı çok yanıyor olmalıydı. Belki de duyguları allak bullaktı.

Elimi yanağıma götürüp öptüğü yere dokundum. Onu bir süre yalnız bırakmalıydım. Hissettiğim şey bir yandan mutluluk diğer yandan ise pişmanlıktı.

O bana yasaktı. Bu kadar. Benim yüzümden bunca acıyı çekmiş birinin hayatına, okula ilk geldiğim vakitten beri musallat oluyordum.

Yine de hep yasak olan daha güzel gelmez miydi insana? Hayır, gelmemeliydi!

Hızlıca banyoya yürüyüp kendime gelebilmek için yüzüme su tuttum. Bu anı düşünmemeliydim, onu biraz olsun tanıyorsam eve döndüğünde hiçbir şey olmamış gibi davranacaktı. Ben de öyle davranmalı ve ona daha fazla bu ikilemi yaşatmamalıydım.

Günümü dolu dolu geçirecektim. Aptal gibi gülümsemekle ağlamak arasında gidip gelmektense tek başıma wushu çalışıp, kalan vakitte de kitap okuyacaktım. Evet, tek başıma çalışacaktım.

Aptal gibi bu çekime kapılacak biri değildim ben. Güçlü biriydim. Böyle bir şeyde bütün kalkanları indirecek değildim ya?

Salona gidip koltuğa kendimi attım. Belki de ilk önce kitap okumalıydım. Hareket edecek halim yok gibi hissediyordum o an. Kenardaki sehpanın üzerinde beş adet kitap vardı. Oturduğum yerden kalkmadan, koltuğun üstünde uzanarak onları aldım ve olduğum yere çektim. Hepsine baktığımda en üsttekinden başlamaya karar vermiştim. Kapağında İlahi Komedya yazıyordu. Daha önce defalarca duyduğum bu kitabı sonunda okuyacaktım. Bu düşünce beni heyecanlandırırken, bir anlığına da olsa olanlardan uzaklaşmamı sağlamıştı.

Ama sadece kısa bir anlığına. Toprak dışarıda ne yapıyordu acaba? Dışarı çıkma sebebi neydi ki? Kapatsaydı kendini odaya, en azından aklım kalmazdı.

Ne diyordum ben böyle? Başımı sağa sola sallayıp, yaşadığım bunca yıldan sonra afallamama sebep olan bu durumu düşünmemeye çalıştım, tekrardan ve tekrardan...

Diğer kitapları yine oturduğum yerden kalkmamaya yemin etmiş gibi uzanarak tekrar sehpaya koydum. Ama sonrasında odaya gitme isteğim gelince, az önceki ben değilmişim gibi kitabı da elime alıp odaya geçtim. Yatak sahipli değildi sonuçta.

GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin