4. Bölüm
"Tombul Bela vs Havalı Hıyar"
Hayatım mahvoldu.
Sabah saat sekizde çalan alarm zihnimde beş kat gürültüyle çınlarken tek düşünebildiğim bu oluyor. Her şeyi boş verip sadece uyumaya devam etmek istiyorum. Alarm sesini umursamadan kendimi uykunun tatlı kollarına tekrar bırakacakken birden yer sarsılıyor. Uzaklardan gelen yıldırıcı ses zihnimde kocaman bir kadına dönüşüp elindeki bir demet maydanozu ağzıma tıkınca neye uğradığımı şaşırıyorum. Tam ağzımı açıp çığlık atacakken birden karşıma Arda Biscolata çıkıyor. Ağzımdan sarkan uzun maydanoz demetlerine karşı tek kaşını kaldırıp tiksinen bir bakış atarken havada çınlayan Nesibe Karabatak'ın kahkahalarını duyuyorum.
Yataktan düşüşüm ani oluyor.
Çarşafıma dolanmış halde yeri boyladığımda dudaklarımdan bir inilti fırlıyor. Ağlamaklı bir sesle havaya tekmeler savurarak kalkmaya çalışıyorum.
"Allah'ın cezası Nesibe karısı! Allah'ın cezası Görkem Uğursuz! Allah'ın cezası hain kilolar!"
Banyoya girip uyanabilmek için kafamı suyun altına sokuyorum. Saçma sapan kabusumun etkileri suyla birlikte akıp gidecek sanıyorum ama üzerimdeki öfkeden kurtulamıyorum.
Yer yer ıslanan saçlarımı tepede alelade bir topuzla topladıktan sonra çapaklarımı temizlemek için parmaklarımla gözlerimi oyuyorum bir güzel. Manyağım çünkü ben. Sabahları gözlerimi oymayı severim. Dün bir gazla aldığım fitness taytını giyip aynanın karşısına geçene kadar hala tam uyanabilmiş değildim ama aynada ki yansımamı görünce dehşetlerin en büyüğüyle gözlerim kocaman açılıyor. Tayt giymiş bir bufalodan hallice görünmek pek de huzur veren bir görüntü değil ne de olsa.
Aceleyle tayttan kurtulup rahat eşofmanlarımdan birini giyiyorum. Üstüme de eski bir tişört geçirip dışarı çıkarken kafamın içinden Görkem'e küfrederek huzuru bulmayı umuyorum.
Sokağın başında Görkem Uğursuz görünüyor. Pislik, upuzun boyu ve benim aksime uyku mahmurluğundan eser olmayan ifadesiyle kollarını göğsünde birleştirmiş, bir evin kapısına yaslanmış bekliyor. Biraz daha beklesin diye beni fark edene kadar ses çıkarmadan burada dikilmeyi düşünüyorum ama ne kadar çabuk kurtulursam o kadar iyi diyerek kendimi adım atmaya zorluyorum.
"Günaydın Yağmur Kocaman," diyor beni fark ettiğinde. Sesindeki pozitiflik saçan havadan nefret ediyorum.
"İnşallah ölürsün Görkem Uğursuz."
"Uğursuz mu?" derken gülüyor. "Benimle derdin ne senin?"
"Varlığından rahatsızım, yok olabilir misin?"
"Ne kadar düşünürsem düşüneyim bana olan nefretinin sebebini bulamıyorum Yağmur," diyor başını iki yana sallayarak. "Eskiden iyi anlaşırdık." Ağzımı büzerek "hoğoğo" sesleriyle taklidini yapıyorum. Evet, çocukça bir hareket. Hayır, zerre utanmayacağım.
"Kahvaltını yaptın mı tombul bela?" diyor yürümeye başladığında. Ney? Ney bela?
"Hıyar." İçten hakaretime karşılık vermek için bana döndüğünde nefret dolu bakışlarımı yüzüne dikiyorum ama o sadece göz kırpıp önüne dönüyor
"Her sabah koşuya çıkacağız. Akşamüstleri de bisiklet sürebiliriz. Bisiklet sürmeyi biliyorsun değil mi?" bir anlığına duraksayıp gülümsüyor. Samimi bir gülümseme olduğunu düşünebilirsiniz ama değil. Pislik akıyor o gülüşlerin paçalarından. Kızların ahlarıyla inliyor her gülücük. Bitmiyor o ahlar! Durmuyor Görkem uğursuz! Dünyada tek bir kız kalmayana dek hepsini elden geçirmeye yemin etmiş, şerefsiz! "Tabii biliyorsun, sana ben öğretmiştim."