Harika yorumlar için çok teşekkür ederiiiiim! Çok mutlu ettiniz beni, ben de hemencecik bölüm yazdım. Keyifli okumalar ^^
2. Bölüm
"Bu aşkı ikiye bölsek sana eyvah, bana eyvallah düşer aslanım! "
Saat öğleden sonra iki suları. Yağmur Kocaman güne gözlerini açalı bir saat oluyor. Uyandıktan sonra en az 40 dakika yataktan çıkamadığı için daha yeni duş almış. Saçına başına şekil vermek için anlamsız bir çabaya girişmiş, giyinmek için dolabından bir pantolon alıyor. Yağmur Kocaman genelde üzerinde tatlı küçük simgeler olan tişörtleri ve rahat kot pantolonları giymeyi tercih eder. Aynı zamanda Yağmur Kocaman kendinden üçüncü şahıs olarak bahsetmeye de bayılır.
Deli oğlum bu kız. Okumayın bunun hikayesini.
Kendi kendime gülerken pantolonuma bacaklarımı sokup belime kadar çekiyorum. Düğme yerini birleştirirken odamdaki boy aynasının karşısına geçiyorum. Fakat bir terslik var... Kabullenemiyorum önce. Yakıştıramıyorum ona. Yapmaz diyorum... Bana ihanet etmez. Bunca yıldan sonra bana kıymaz diyorum ama acımıyor şerefsiz!
Ne mi oldu? Ne olacak, sırtımdan bıçaklandım. Bir kez daha! Emektar pantolonumun düğmesi kapanmıyor!
"Hayır," diye mırıldanıyorum. "Bana bunu yapmanıza izin vermeyeceğim!" Arkadaşlar bu pantolon 42 beden! Hayatım boyunca zayıf çıtı pıtı bir kız olmadım ama hiç bu kadar tontik de olmadım!
Şüşko sensin tamam mı? Bizler tontikleriz.
Göbüşümü yok etmek için nefesimi popoma kadar çekip kazık yutmuş gibi dikiliyorum. Parmaklarımın ucuna da yükseliyorum ki göbüşün direnişine karşı ayaklarım bana destek olsunlar.
Göbüş beni alt etmek için direniyor ama teslim olmuyorum. Pantolonu sınır dışı edemesin diye tüm benliğimle -göbüş haricinde tüm benliğimle- savaşıyorum. Ama göbüş beklediğimden daha zalim çıkıyor arkadaşlar. Nefesi de kendine kanka tutan bu şerefsiz oğlu şerefsiz sağlı sollu kroşelerle beni yerden yere vuruyor. Pes etmiyorum! Kıpkırmızı kesilsem dahi bırakmıyorum o nefesi ve sonunda düğmeyi kapatıyorum! Ellerim havada yüzümde zafer sarhoşu eblek bir gülüşle aynaya baktığımda pancar gibi bir surat, darmadağın olmuş saçları garip bir açıyla duran, nefesini hala tutuyorken elleri havaya kalkmış ve pantolununun üstünden göbeği pörtlemiş bir kız görüyorum.
Yine de üzülmüyorum. Hala umudum var. Sonuçta düğmeyi kapadım değil mi? Böyle yaşamaya alışabilirim.
Ama o gün bir kez daha, üstelik bu sefer hiç olmadığı kadar ağır bir darbeyle sarsılıyorum. Uğruna savaştığım, kan döktüğüm, kızılcık şerbeti içtiğim düğme daha fazla göbüş ve nefesin baskısına dayanamıyor. Islığı andıran bir sesle yerinden kopup tam karşıya, ince gösterme özelliği olan boy aynama çarpıyor!
Ufak metal aynada çarptığı yeri çatlatırken göbüş yayılmanın etkisiyle vücuduma müthiş bir rahatlama sunuyor. Ama bunun keyfini çıkaramıyorum.
Öylece aynadaki çatlağa bakakalıyorum. Kafamda Mübeccel Karabatak'ın alttan alta geçirmeleri çınlıyor. Arda Biscolata'nın alaycı gülüşü gözümün önüne gelirken neon ışıklarla parıldayan fettaniyelerin yüzü ve kahkaha sesleri doluyor kulaklarıma.
Herkes, her şey bana "İstediğin bu mu?" diye sorarken ağlamak aklımın ucundan bile geçmiyor. Aksine, kinleniyorum!
Öfkeyle doluyorum. Böyle hissetmeme neden olacak herkese ağzının payını vermek için... Ya da boşverin ulan herkesi! Mübeccel Karabatak'a benimle alay etmenin ne demek olduğunu göstereceğim! Bu düğmenin hesabını da, dün ki rezil zaferinin intikamını da Karabatak'tan alacağım!