9. Bölüm
"Nihat hocam kas emiklemek caiz mi?"
Diyetimin dördüncü günündeyim. Üstümde bir dinginlik var. Dünya artık daha farklı görünüyor. Ağırlığım azaldıkça bakış açım da değişiyor sanırım. Artık çiçeklerle konuşuyorum. Boynuma her zaman renkli fularlar takıyorum ve bazen de Ömer'in gözlüklerini çalıyorum. Topuklu ayakkabılarım ve klasik kitaplarımla gezen ince, uzun, kültür bombası bir kadın olup çıktım.
Bana inanmıyor musunuz? Haklısınız valla siz bunları okurken ben burnumu karıştırıyorum.
Entelliğin ağzını kırayım, yaşasın kezoluk. Oley!
Şimdi bu neyin tribi diye sorabilirsiniz. May sivit biskolatamın yanında bir kız var şu an. Göbeği açık askılı badisi dapdar pantolonu ve boynunda fularıyla yârimin kollarını elliyor! Ve ben mutfağın penceresinden bu hazin görüntüye bakmak zorunda bırakılıyorum. Yo hayır. Yor may biskolatamı elin Diyetnaz Kancık'larına yedirtmeyeceğim! Tontiksu Esmerşeker'in yüzyıllardır sürdürdüğü bu savaşta bir kez daha kaybetmesine izin veremem! Bu yüzden elimde bir buçuk litrelik su şişemle kendimi bahçeye atıp direkt olarak yârim ve metresinin üstüne yürüyorum.
Tamamen kasıtlı bir şekilde temsili Diyetnaz Kancık'a çarpıp kızı iki metre uzağa fırlattığımda Arda'nın gözleri büyüyor. Yandaki cadının çığlığının umurunuzda olmadığını biliyorum. Bebeğimsiniz.
Arda açık ağzıyla yüzüme bakarken burnumu hafifçe kaldırıp meydan okuyan bir bakış atıyorum. Ya benimsin ya kara toprağın aslanım.
"N'aber?" Birden pamuk gibi bir sesle ve gülümsemeyle konuşunca benimki iyice mala bağlıyor. Gözlerimi kıpır kıpır ettirerek cevap vermesini bekliyorum.
"Az önce arkadaşımı düşürdün." Olmayacak oğlum böyle arkadaşların. Ayağımı ağzına sokarım, göbek deliğine tornavida dürterim bak kafamı bozma 144p film izletirim sana günlerce!
"Yok canım ne düşmesi dengesini kaybetti herhalde. Ee, naber?" Arda gözlerini hiç kırpmadan geri geri uzaklaşırken metresi de yanına gidiyor. Kız bana kötü kötü bakarken ben de ona bakıyorum çekinmeden. Bu yüzü aklına iyi kazı yelloz. Ölürken gördüğün son yüz bu olacak. Tıss.
Arkalarından manyak bir gülüşle sesleniyorum. "Sonra görüşürüz!" bir veda mı bir tehdit mi buna sen karar ver biscolata bey. Onlar uzaklaşınca kucağımdaki su şişemle birlikte 3 katlı apartmanımızın bahçesindeki iki kişilik sallanan koltuğa oturuyorum. Salıncak mı koltuk mu ne olduğuna asla karar veremediğim için ben ona bebişim diyorum. Bebişim benim kadim dostlarımın ikincisi. Birincisini biliyorsunuz, Ömer.
Başka arkadaşlarımda var tabii ama lise bittiğinden beri kimseyle görüşmedim. Böyle olacağını her zaman biliyordum. Kolay arkadaş edinebilen biri değilim. Ama bunu pek umursamıyorum. Etrafımda onlarca insan olmasındansa tek bir gerçek arkadaşı tercih ederim. Ömçük gibi.
Şişeme sarılmış tıngırı tıngırı sallanarak otururken can dostum güzel insan Ömer Ömçük sesimi duymuşçasına bisikletiyle kapımda belirince sırıtarak ayağa zıplıyorum.
"Bir japon ne zaman merhaba der?"
"Seni gördüğü zaman mı?" diyor sıkkın bir ifadeyle.
"Türkçeyi öğrendiği zaman! Zıhıhı zıhıhı zıh."
"İğrençsin. İğrenç. İğ-renç."
"Yaa, iltifat ediyorsun," diyorum yılışık bir tavırla ve Ömer uzanıp saçımı karıştırıyor. Heeh karıştır yavrucum. Az kabarmıyor bir de sen cin çarpmışa döndür beni heh.