6. Bölüm
"Diyetvivor"
Survivor yarışmasının hiçbir zaman takipçisi olmadım. Hiçbir zaman aç açına hoplayıp zıplayıp parkur koşan insanlar ilgimi çekmedi. Aslında aç açına yapılan hiçbir şey ilgimi çekmedi. Ama bir şekilde kendimi survivordan hallice bir ortamda buldum işte. Diyetvivor. Görkem Uğursuz'da Temsili Acun Ilıcalı olarak tepeme dikildi. Kamera arkasında Filiz denen anne olacak nankör tosba ve Ömer denen eski superman, yeni Ömçük kod adlı kankam yer alıyor. Karşı takımda ise Suicide Squad tadında bir ortam var. Dünyanın en kötücül insanı Kezbaniye Fettan'ın günah tohumları fettaniyelerin her biri ayrı bir alanda uzmanlaşmış. Zehirli dillerini farklı kulvarlarda geliştirip her ortamda ve şekilde şakır şukur sokmaya programlamışlar. Liderleri Mübeccel Karabatak ve sağ kolu Nesibe Yılangöz Survivor kurallarını ihlal ediyorlar. Onlar yarışmalarda efor harcamak zorunda değil. Aç da kalmıyor kahpeler.
Onlar reyting illetinin sayesinde karşı takımın -yani benim- acılarıyla dalga geçen, sinirlerini bozan, psikolojik olarak direncini düşürüp haksız rekabetle yenmeye çalışan bir grup kokuşmuş kocakarı.
Peki ya Acun Bey'e ne demeli? Elbette para kazandıran karaktersiz kokarcaları bana tercih ediyor. Ben, sabah sekizde uyanmış olması yetmiyormuş gibi bir küp peynir ve 3 zeytinle saatlerce idare etmek zorunda olan o küçük, o çaresiz, o zavallı... Sahilde, güneşin alnında koşarken şerefsiz Acun kaslı bacaklarını bankın oturma yerine yerleştirmiş, kollarını yaslaması gereken yereyse oturmuş ve elinde... Elinde...
Dilim varmıyor söylemeye!
Ağzını kırdığımın çocuğunun elinde baharatlı Doritos var!
Gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülüşünü hissedebiliyor musunuz? 8 Tur koşturulmuş, -kısa mesafelik bir tur döngüsü olsa da sekiz sekizdir- hala koşması gereken sayısız tur olan, aç bırakılmış, hor görülmüş, toplumun dışına itilmiş ve işkence görmüş Yağmur Kocaman... Gözyaşların şanlı bir zaferin yolunda akıttığın gurur nişaneleridir!
10 Turun sonunda kendimi Görkem'in oturduğu banka atıp yanımda getirdiğim su şişelerinden birini kafama dikiyorum. O an da burnuma enfes cipsin kokusu geliyor. Karnım ezici bir güçle eğilip bükülürken ağlamaya başlamayayım diye Görkem'e sarıyorum.
"Hayatımda senin kadar şerefsizini görmedim."
"Bayılıyorum bana olan sevgini çekinmeden göstermene."
"Senin kadar gerizekalısını hiç görmedim!" Görkem birden başını eğip sevimli olması gereken bir hareketle başını sallayarak gülümsüyor. Ama ne yaparsa yapsın gözüme sevimli görünemeyeceği için yemiyorum bu numaraları.
"Benim kadar yakışıklısını gördün mü peki?"
"Evet. Babamın köpeği."
"Kalbimi kırıyorsun," diyor doğrulurken ama hiç de kırılmış gibi bir ifadesi yok. Keşke olsaydı. Böyle yaptığında tatmin olamıyorum ben.
"Babanın köpeği mi var?"
"Köpek değil Ejderha. Arka bahçede duruyor." Görkem köpeklerden ne kadar korktuğumu biliyor. Keşke bilmeseydi ama biliyor işte. Bu konuda bir şeyler söylemesini bekliyorum ama sadece köpeğin adını soruyor. Çok yorgun olduğum için dilimin bağı çözülmüş olacak ki söyleyiveriyorum.
"Kahrolası köpek." Kahkahalarla gülmeye başladığında omuz silkiyorum. "Bence güzel bir isim."
"Evet," diyor gülüşlerinin arasından. "Harika bir isim." Başka kızlar bu gülüşle tutuşup şiirler sıralayabilir ama ben değil. Çünkü hıyarağası gopçuk ağzına bir cips daha atıyor ve ben kafayı yiyorum. Dirseğimi dizine geçirip dengesini kaybettirmeye çalışıyorum ama yalpalasa da düşmüyor ayı.