"Dalavereci Kontlar ve Büyücü Metresler"
Günler sonra ilk kez sabah koşu için nispeten iyi bir modda uyanıyorum. İtiraf etmem gereken bir şey var tontiklerim. Görkem Uğursuz'a ne kadar gıcık olsam da, uzun ve güzel fiziğinden ne kadar haz etmesem de sabahları ona sataşmadığımda koşularımı bitirmek imkansız hale geliyor. Görkibok'la kavga etmek benim için bir çeşit motivasyon türü. Rahatlamamı ve iyi hissetmemi sağlıyor. Yoga'dan onlarca kat daha iyi bir meditasyon.
Dişlerimi fırçalayıp saçımı topladıktan sonra evden çıkıyorum. Dün sabah yaşadığım kusmuklu anları atlattım. Hasta oluşumun nedenini pek çözemedim ama annemin cinlere karışıp belamı bulmam için yüzüme bağırmaları sonucunda bu hale geldiğimden şüpheleniyorum. Anaların bedduası tutar sonuçta.
"Günaydın Bloom," diyor Görkem birden yanımda biterek.
"Mükemmel fiziğim sayesinde mi Bloom olduğumu düşündün?" Yapmacık bir gülüşle gözlerimi kırpıştırıyorum. Dalavereci Görkito elindeki papatyanın yapraklarını aheste aheste koparıp atarken omuz silkiyor.
"Ben mükemmel fizik sevmem. Göbüş severim."
"Sendekini niye yok ettin o zaman?"
"Benimki göbüş değildi ki. Plates topuydu."
"Hmm. Doğru," diyorum eski halini düşünürken. Kocaman yanakları ve toparlak bir vücudu vardı ama sevimliydi. Şimdi değil mesela. İşte bu yüzden terk edemiyorum göbüşümü. Sevimliliğimi benden alırsa geriye neyim kalır? "Elinde bir çiçek varsa onu yanındaki kıza vermelisin Görkibok."
"Bana bok diyen bir kıza çiçek vermem."
"Göbüşü hatrına bile mi?" deyip ağlamaklı bir tavır takınıyorum. Bana yandan bir bakış atıp sinirli bir nefes veriyor. Sonra çiçeği yüzüme atıyor.
"Al."
"Ne kadar romantiksin ya."
"Çok konuşma da koşmaya başla. Ben yokken ne kadar paslandın bir göreyim."
"Hadi oradan," deyip rutin koşuma başlıyorum. İlk turun daha yarısındayken Görkem arkamdan bağırıyor. "Sen buna koşmak mı diyorsun? Kaplumbağa bile daha iyisini yapabilir!"
İnceden bir sinir geliyor ama onu duymazdan gelmeyi başarıyorum. Kendimi biraz daha hızlı olmaya zorlarken bir daha bağırıyor. "3 dakika oldu ve bir tur bile atamadın Yağmur. Haftalardır koşuyorsun bir de. Belki de bırakmalısın bu işleri."
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıyor ve sakin kalabilmek için başka bir diyara gidiyorum. 1145 yılındayım. Pezemekin Ülkesinin arka sokaklarında küflü bir mahzendeyim. Karşımda Jilethan Kasaplı isimli dönemin ünlü seri katili var. Önünde dana bağırsağından yapılmış bir masa, üzerinde de Görkem Uğursuz'un büyük büyük dedesi yatıyor. Jilethan sivri dişlerle dolu ağzını açıyor. Dişlerinin uçları parlarken Dede uğursuz işlediği günahlar için af diliyor. Günahlarının arasında Görkem'e kadar üremiş olan ilk çocuğunun bir hata sonucu olduğunu da fısıldıyor. Köşede saklanan beni fark ettiğinde özür diler gibi başını eğiyor. Sanki Görkem Uğursuzdan haberi varmış gibi, sanki onunla karşılaştığım için affedilmek ister gibi... O da ne? Jilethan satırını havaya kaldırıyor ve diyor ki, "Son dileğini söyle!" Dede Uğursuz yaşlı gözlerini bana çeviriyor, korkmuş, ama hala benim için bir şeyler yapabilmeyi umuyor. Tam da bu yüzden katiline dönüp sadece onu değil, tüm sülalesini ödürmesini istiyor ki Görkem Uğursuz gelecekte dünyaya gelip bu dünyayı kirletemesin!
Hayalimde dede uğursuzun sureti Görkem'e bürünüyor ve Jilethan Kasaplının onu kesmesinden haz alıyorum. Tam da o anda ikinci turumu bitirmiş geri dönerken Görkem'in artık bağırmadığını fark ediyorum. Nefes nefese, göz ucuyla ona baktığımda yanında bir kız olduğunu görüyorum. Kız incecik ve upuzun. Vücudunda bir gram yağ yok. Sapsarı saçlarını at kuyruğu yapmış, buna rağmen sağlıklı bir görüntüde ve götüne kadar iniyor saçları. Önce altına bir şey giymemiş sanıyorum ama sonra üç parmak uzunluğunda dondan bozma bir şort giydiğini fark ediyorum. Üstünde şortunun ucuna kadar inen bol bir tişört var.