Bradley, su kenarına giderken bir yandan küfür savuruyor, bir yandan da önüne çıkan her şeyi öfkeyle tekmeliyordu. İlerlerken su kenarından birkaç çakıl taşı aldı ve suya atmaya başladı. Çok sinirlenmişti. O lanet atın bir gün başına bela olacağını gayet iyi biliyordu. Kingston aklını dağıttığı için Jensen'ın atını bağlamayı unutmuş olmalıydı. Umarım o at asla geri dönmezdi. O atı hiçbir zaman sevmemişti zaten. Bir defasında onu domuz pisliğine düşürmüştü. Eğer atı bulamazsa kampa bir daha geri dönemezdi. Jensen onu yaşatmazdı, biliyordu.
Yakından gelen toynak sesleri düşüncelerini bölerek dalgınlıkla elindeki taşları yere atmasına sebep oldu. Taşlar yere düştükten sonra, sese karşılık refleks olarak kılıcını çekti ve gelecek tehlikeye karşı tetikte bekleyerek hazırlandı. Çimenlerin ezilen hışırtılı sesleri ve küçük dalların kırılarak çıkarttığı çıtırtılar Bradley'in arkasından geliyordu. Arkasını dönerek kılıcını önüne tuttu ve parmak uçları üstünde hafifçe yükselerek başını sağa sola çevirerek bakındı.
Sık çalıların üstünden bakarken yaklaşmakta olan Jensen'ın siyah atını gördüğünde kaşları çatıldı. Eğer aldığı darbe görüşüne bir zarar vermediyse, Jensen'ın atının üzerinde gördüğü kesinlikle bir kadındı. Bradley gözlerini kısarak kadına hayretle baktı. Yüzü henüz durduğu mesafeden seçilmiyordu ama kadının ata bir şeyler söylediğini duyabiliyordu. "Seni güzel, zeki at! Beni nereye getirdin böyle?" dedi atın yelelerini çekiştirerek.
Bradley gözlerine inanamadı. Kızın aksanına bakılırsa şüphesiz bir İngilizdi. Jensen'ın atına kendisi de dahil, en güçlü İskoç savaşçıları bile binemezken, bir İngiliz kızı mı binmişti? Dudakları aralanmış, gözlerinin önüne uzanan durumu izlerken, kız da atla birlikle kendisine doğru gittikçe daha fazla yaklaşıyordu.
Bradley kızı ürkütmemek için aniden kılıcını kınına soktu. Neyse ki kız kılıcı görmeden kınına sokmayı başarmıştı. Açıkçası kızın kendisini ne zaman fark edeceğini merak ediyordu. Kız, panikle atı durdurmaya çalışıyordu, ancak at onu dinlemiyordu.
Bradley, kıza yardım etmek için yavaş adımlarla ilerleyerek yanına gitti. Kız perişan görünüyordu. Saçları birbirine dolanmış, aralarına yapraklar ve küçük dallar karışmıştı. Atı eyersiz kullanıyordu. Bu da Bradley'nin şaşkınlığını daha çok arttırmıştı.
Kız , Bradley'e yaklaşmaya başladı. Genç kız hala öfkeyle ata bir şeyler söylerken başını kaldırdığında suratında korkuyla karışık bir şaşkınlık ifadesi belirmişti. Bradley'nin İskoç olduğu açıkça belli oluyordu ve onlara asla güvenmiyordu. Amcasının onlarla olan kavgalarını ve anlaşmazlıklarını bilirdi. Hatta, daha saatler öncesine kadar onlardan birisi nişanlısını öldürmüştü. Az kalsın o da ölmek konusunda payını alacakken kendini zor kurtarmıştı. Etrafına endişeli bakışlar atarak ne yapabileceğini düşünmeye koyuldu. Kaçmayı düşündü, ama bu at onun isteklerini görmezden gelerek, kendi bildiğini okuyordu.
Bradley, kızın ifadelerini ve bakışlarını büyük bir titizlikle takip ettiğinde paniklediğini anladı. "Endişelenmeyin, size zarar vermeyeceğim," dedi ve kıza doğru ilerlemeye başladı. Atın yanına gelene kadar kız gözlerini ondan bir defa bile ayırmadı. Tetikte olduğu açıktı, gözlerini çevreleyen korku ve endişe dolu ifade açıkça görülebiliyordu.
Katherine'in kalp atış hızı tüm bedenini karıncalandırmıştı. Elleri hala sıkı sıkıya ata sarılırken attan inip tersi yöne koşarak kaçmayı düşünüyordu.
Bradley kızın yanına temkinli adımlarla yaklaştı. Onu büyük bir beğeniyle süzüyordu. "Bu ata nasıl bindiniz?" diye sordu şaşkınlığını gizleme gereği duymayarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş ve Barut
Historical FictionLord Worhington'ın asi ve gururlu yeğeni Katherine Blackstone, amcasının onu acımasız bir lord ile evlendirmesine izin vermemek adına İngiltere'den kaçar. Ancak işler planladığı gibi gitmez ve Jensen McGreen ile karşılaşma talihsizliğine uğrar. Yayı...