Jensen, onu sinirden küplere bindiren kızı bu kadar kolay bulabileceğini düşünemezken, şimdi tam da karşısında duruyor olması onu epey şaşırttı. Eğer inançlı bir insan olsaydı, kesinlikle şükrederdi, ama değildi. Annesi öldükten sonra böyle şeylere pek yakınlaşmamıştı. Şanslı gününde olsa gerekti. Sinirden kol kaslarının seğirdiğini hissedebiliyordu. Demek bunca zamandır bu handaydı, öyle mi? Sinirlerine hakim olmaya çalıştı. Aksi taktirde dayanamayıp kızı boğabilirdi. Kızı baştan aşağı süzerken aslında olanlara inanamıyordu. Kendisi de en az karşısındaki kız kadar şaşkındı. Ufacık bir kızla başa çıkamadığı için aslında ilk önce kendini cezalandırmalıydı. Onunla karşılaştığından beri başına bela açıyordu ve onu düşünmeden yapamıyordu. Kahrolası bu kız kendini zayıf hissetmesine neden oluyordu ve kesinlikle öyle bir insan değildi. Sinirlerini bir nebze yatıştırmak için derin bir nefes aldı.
Kıza baktığında, yüzü korku ve şaşkınlıktan bembeyaz kesilmişti. Elindeki feneri hala Jensen'ın yüzüne tutuyor, kaçmak için veya bir şey söylemek için hiçbir güç sarf etmiyordu.
Jensen, sinirli bir şekilde kıza baktı. "Seni bu kadar kolay bulabileceğim aklımın ucundan geçmezdi, Mary. Oysa ki ben daha yeni eğlenmeye başlıyordum." dedi alayla başını hafifçe yana eğerek.
Katherine, konuşamıyordu. Daha doğrusu, korkudan kanı damarları içerisinde buz keserken, ne söylemesi gerektiğini kestiremiyordu. Kaçmaya kalksa, Jensen'ın tek hamlede onu yakalayabileceğini biliyordu. Sıkışmıştı işte! Buraya kadardı. Her şey planları, yapacakları bir kuş misali, öylece kanatlanıp uçup gitmişti.
Kaşlarını çatarak, "Senden nefret ediyorum, aşağılık zorba!" dedi elindeki gaz lambasını ona doğru savurarak.
Jensen, tek hareketiyle kızı bileğinden tutarak sertçe duvara dayadı ve elindeki lambanın sesli bir şekilde yere düşmesini sağladı. Ardından kızın bedenini duvara dayayarak kendisiyle duvar arasında sıkıştırdı.
Yüzünü kızın yüzüne yaklaştırırken, "Bu akşam benden kaçarak bir çok hata yaptın, çok değerli Mary. İlki; kalemden atımla birlikte kaçtın." Genç adam kadının öfkeyle yüzüne soluyor, gözleriyse bir kor gibi yanıyordu. "İkincisi; beni tekrar askerlerimin karşısında küçük düşürdün." durdu ve dudağına biraz daha yaklaşarak, "Bunu alışkanlık haline getirmeni istemem. Sende istemezsin, öyle değil mi?" dedi sahte bir merak ifadesini gözlerine kondurarak.
Katherine, adama sinirli bakışlarıyla adeta meydan okuyordu, ama vücudunun içinde deli gibi savrulan bir top vardı ve her zerresini uyarmak üzere çarpa çarpa ilerliyordu. Onun kendisine bu kadar yakın olması aklını bulandırıyordu. Bir yandan ne söyleyeceğini düşünüyor, bir yandan da gözleriyle dudaklarına yaklaşan adamın dudaklarına bakmaktan kendini alamıyordu; bunun sebebi yaşadıkları o akşamdı. Şimdi de ister istemez gözleri oraya kayıyordu.
Elinde olmadan alt dudağını dişleri arasına aldı. "Beni o lanet olası kalene zorla sürükleyerek soktun. Ne yapmamı bekliyordun? Orada öylece senin emirlerin altında yaşamamı mı? Beni cezalandırıp sesimi çıkarmamamı mı?" dedi bileklerini çekiştirerek. Bunu her yaptığında bileklerinin daha çok acımasına neden olacağını bildiği halde yine yapıyordu. Burnunu kırıştırdı. "O zaman seni aydınlatmama izin ver koca adam, senin tarafından gelebilecek hiçbir yenilgiyi kabul etmiyorum!"
"Benim atımı çaldın. Seni baş belası, kahrolası kız! Ayrıca, görünen o ki, bu gece ve daha öncesinde yaptığın yanlış davranışların sonucunda çok fazla yenilgi yaşayacaksın. Sana bunu tattıracağımdan emin olabilirsin." Jensen aslında o kadar eğlenceli bir ruh durumu içerisindeydi ki, neredeyse tüm öfkesini unutmuştu. Bir kadın nasıl bu kadar dik başlı olabilirdi? Zeki birisi olduğu kesindi, ama sonunu düşünmeden hareket ediyordu, ve bu da, onun için eksi bir puandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş ve Barut
Ficção HistóricaLord Worhington'ın asi ve gururlu yeğeni Katherine Blackstone, amcasının onu acımasız bir lord ile evlendirmesine izin vermemek adına İngiltere'den kaçar. Ancak işler planladığı gibi gitmez ve Jensen McGreen ile karşılaşma talihsizliğine uğrar. Yayı...