Gün oldukça sakin ve huzurlu başlamıştı.
Güneş her zaman olduğu gibi tüm muntazamlığıyla yeryüzünü aydınlatarak yükselmiş, üzerine düştüğü toprağı besleyip güçlendirmişti. Kahverengi toprağın altından yukarı süzülerek özgürlüğünü ilan eden yeşil otlar, canlılıkla parlayarak yüzlerini güneşe dönmüştü. Şimdiyse o otlar şiddetle yağmaya başlayan yağmurun altında ıslanmış, etrafta korkuyla koşuşturan insanların ayakları altında acımasızca ezilmişti.
Yaklaşık bir saat önce masmavi olan gökyüzü, şimdilerde nereden geldiği belli olmayan, sinsi bulutlar tarafından örtülerek karanlığa mahkum edilmişti. Hiç zaman kaybetmeden ardı ardına çakmaya başlayan şimşekler ise, yaklaşmakta olan kötü olayların habercisiymiş gibi adeta gürleyerek atmosferi boğmaya başlamıştı.
İnsanlar çıldırmış gibiydi. Zihinlerine ve kalplerine nakşedilen korku, gözlerini kör etmişti. Canlarını kurtarmak için koşuştururken ne yaptıklarını bilmez bir halde oradan oraya savruluyorlar, güvenli bir yer arayışı için birbirleriyle savaşıyorlardı.
Katherine, tekrar tekrar anlamaya çalışırmış gibi Effie'nin korku dolu gözlerine birkaç uzun saniye daha baktı. Arkadaşının hissettiği korku göğsünde yeni duyguların filizlenmesine neden olurken, kalbi duymaya başladığı endişeyle hızlanmaya başlamıştı. Gözlerini arkadaşının yüzünden çekti ve yalnız oldukları uzun koridora dikkatle çevirdi. Sesler artık daha belirgindi ve gittikçe artmaya başlıyordu. Gergin bir şekilde yutkundu.
"Ne yapacağımızı bilmiyorum, her şey bir anda oldu ve..." Effie, aklına korku dolu düşünceler gelmiş gibi endişeyle duraksadı. Katherine onunla göz göze geldiğindeyse, "Hepimizi öldürecekler, kimseyi sağ bırakmayacaklar." Effie Katherine'nin omuzlarını kavrayarak kendine çekti. "Bize ne yapacaklarını tahmin edebiliyor musun? Tanrım!"
Şu anda Katherine'de ne yapacağını bilmiyordu. Ne yapabilirdi ki? Kaçıp saklanmaktan başka elinden ne gelirdi? Effie'nin omuzlarındaki ellerini çekti ve kendi avuçları içinde birleştirdi. Sakin olmak zorundaydı, böyle bir durumda panik çözüm değildi. "Bana bak, Effie. Sakin olmalısın, beni anlıyor musun?"
Effie cevap vermedi. Onun yerine korku dolu gözlerle, sanki onu duymuyormuş gibi gözlerine baktı. "Askerlerin hepsi gitti mi?" diye sordu. Gözleri arkadaşı ve önlerine uzanan uzun koridor arasında gidip geliyordu. Düşman askerler hemen her yerden çıkabilirdi.
Dışarıdan gelen sesler artık gittikçe onlara yaklaşıyordu ve bu, içinde hissettiği korkuya hiç yardımcı olmuyordu. İnsanlar güvende kalabilmek için kaleye sığınıyordu. Katherine içinde yaşadığı endişe ve korkuyu bastırmaya çalışırmış gibi aniden gözlerini yumdu. Eğer canını ve bu insanları kurtarmak istiyorsa bir şeyler yapmak zorundaydılar. Zaten kaybedecek hiçbir şeyi yoktu ve bu insanların da yardıma ihtiyacı vardı. Korkunun ona bir faydası olmadığını düşünerek kendini toparladı. Birkaç saniye sonra gözlerini tekrar açtığında ise, bakışlarında daha kararlı ve soğukkanlı bir ifade vardı. "Effie!"
"Hayır... hayır. Hepsi gitmedi, hatta Ewan'da burada." Effie, bir an için söylediği şeyden emin değilmiş gibi baktı. Başını sallayarak, "Yani... bu-burada olduğunu sanıyorum, bilmiyorum. Zaten ava çok fazla asker gitmez. Askerlerin çoğu şu anda burada, kalede." dedi Effie, fakat korkuyla dolan göğsü, konuştukça sesinin kısılmasına neden oluyordu.
Katherine, bakışlarını tekrar koridora çevirirken düşünceli bir şekilde dudaklarını birbirine bastırdı. Eğer askerlerin çoğu kaledeyse bir umutları olabilirdi. Geçen her saniye vakit kaybıydı ve bir şeyler yapmaya başlamaları gerekiyordu. Derhal Ewan'ı bulmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş ve Barut
Historical FictionLord Worhington'ın asi ve gururlu yeğeni Katherine Blackstone, amcasının onu acımasız bir lord ile evlendirmesine izin vermemek adına İngiltere'den kaçar. Ancak işler planladığı gibi gitmez ve Jensen McGreen ile karşılaşma talihsizliğine uğrar. Yayı...