Katherine nihayet ormanın içine girmeyi başarabilmişti. Birkaç metre ilerleyerek kendini geniş gövdeli bir ağacın dibine atarak adeta yere yığıldı. Alevlerin çıkarttığı yoğun dumanları ve tozları solumaktan ciğerleri daralmıştı. Islak çimenlerin üzerine dayadığı elleriyle bedenini kaldırdı ve şiddetli bir şekilde öksürmeye, açlıkla sancıyan ciğerlerine kesik kesik nefesler almaya başladı. Oksijenin göğsünün içerisinde yandığını hissediyordu.
Aldığı temiz hava ciğerlerini rahatlatmaya başlarken sırtını ağacın gövdesine yasladı. Bir elini göğsüne götürdü ve ölçülü bir tempoyla alıp verdiği nefeslerle nabzını yavaşlatmaya çalıştı. Hissettiği duygularla kabaran kalbi, her an ağlayacakmış gibi bedenini titretiyordu. Gözyaşları akmıyordu, fakat sanki gerçekten ağlıyormuş gibi omuzları sarsılıyordu.
Başını ağaca dayayarak ayaklarını kendine doğru çekti. Terle ve yağmur damlalarıyla ıslanmış olan yüzünü eliyle silerken hala şiddetle titriyordu. Öylesine kötü hissediyordu ki, kendinde devam edebilmek için yerinden kalkacak gücü bulamadı. Aslında kaybedecek zamanı yoktu, bir an önce kaleye ulaşmalıydı, fakat son bir saatte yaşadıkları, onu yaşayabileceği tüm duyguların sınırına getirmiş gibi tüketmişti. Ne bedenini, ne düşüncelerini, ne de hislerini kontrol edebiliyordu.
Çılgınlar gibi kafasında dönüp duran ve derin bir arzuyla yanıp tutuşan kalbinden geçen tek şey, bir an önce Jensen'i görmekti. Başı yana doğru devrilirken onu ne kadar görmek istediğini düşündü. Hissettiği, zamanla geçiştirilebilecek kadar basit duygular değildi, gerisinde zengin tonlar barındırıyordu.
Dudaklarını birbirine bastırdığı sırada, gözünden yanağına doğru sıcak bir damla usulca inerek çenesine ulaştı. Gözlerini kapatarak rahatlamaya, üstüne yük yapan tüm duyguların altından sıyrılmaya çalıştı. Ve o an, zihninin derinlerinden çıkagelen bir görüntü soluğunu tutmasına neden oldu.
Bu görüntü, Jensen gitmeden önce odasına geldiği anın bir görüntüsüydü. Odasından ayrılmadan önce ona son defa baktığı andı. Katherine nereye giderse gitsin, ondan ne kadar nefret ederse etsin, onun kendisine olan o an ki bakışını asla unutturamazdı. Bu öylesine içten, öylesine kalbinin şiddetle alevlenmesine neden olacak bir bakıştı ki, bir türlü aklından çıkartamıyordu. Katherine o akşam çok başka bir adam görmüştü. Görmekten deli gibi kaçtığı, ama bir kere gördüğünde de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bildiği bir adam görmüştü.
Ve Katherine, Jensen ile ilgili hissettiği her şeyin tepetaklak olduğunu biliyordu.
Hissettikleri yüzünden yaşadığı hayal kırıklığı, kalbine atılmış bir bıçak kesiği gibi sızlıyordu. İstemsizce elini bir kez daha göğsüne götürerek elbisesinin ıslak kumaşını parmakları arasında sıktı. Jensen'i istiyordu.
Katherine biraz daha soluklanması gerektiğini düşündüğü sırada, çatırdayan bir dal sesiyle panikledi. Nefesi boğazında tıkanırken hiç vakit kaybetmeden oturduğu yerden yavaşça doğrulmaya başladı. Gözleri korkuyla irileşirken zar zor seçebildiği karanlığın arasından etrafını gözetledi. Ağaca tutunarak gitmesi gereken yöne doğru geriledi. Bir eli refleks olarak kılıcının başını sertçe kavramıştı.
Geri geri yürümeye devam ettiği süre boyunca dikkatle çevreyi dinledi. Geçen her saniye sessizlikle devam ederken geriye döndü ve adımlarını hızlandırarak koşmaya başladı.
Nefes nefese, arkasına hiç bakmadan koşmaya, kalenin duvarlarını görene kadar da durmadan ilerlemeye devam etti. Nihayet duvarın dibine ulaştığında ise ellerini duvara dayayarak deli gibi soluklanmaya başladı. Yaşadığı adrenalin yüzünden sıcak kanının kulaklarına, oradan da yanaklarına hücum ederek tenini yakmasını hissetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş ve Barut
Fiction HistoriqueLord Worhington'ın asi ve gururlu yeğeni Katherine Blackstone, amcasının onu acımasız bir lord ile evlendirmesine izin vermemek adına İngiltere'den kaçar. Ancak işler planladığı gibi gitmez ve Jensen McGreen ile karşılaşma talihsizliğine uğrar. Yayı...