Antremanın ardından tüm askerler yorulmuştu, ama Jensen ve Ewan soluk soluğa bile kalmamışlardı. Onlar tüm zor şartlara alışmış, tecrübeli ve güçlü savaşçılardı. Şu ana dek kaybettikleri tek bir savaş olmamıştı. Halk onlarının soyunun Spartalılara dayandığına hakkında bile söylentiler çıkartmışlardı. Ewan'ın bu iltifatlar karşısında gururu okşanırken, Jensen bu itirafları pek umursamıyordu.
Liam, Ewan ve Jensen yıkanmak için göle yürüyorlardı. Bu arada Liam ve Ewan her zaman olduğu gibi Jensen ile alay ediyorlardı.
"Odaya girdiğimde Jensen'ın yerde kıvranışını gördüğümde az kalsın kahkahalara boğulacaktım. Kız orada olduğu için Jensen'ı küçük düşürmek istemedim. Ancak gülmemek için dudaklarımı ısırmaktan neredeyse kanatacaktım. Tanrım, o manzarayı asla unutmayacağım. Aynı anda sekiz adamı öldürüp, tek bir sıyrık bile almayan bir adam, bir kızı zapt edemiyor." diye alay etti Ewan.
Ardından Jensen'ın suratına baka baka gülümsedi. Jensen kuzeninin yüzünde kalıcı bir hasar bırakmamak için kafasını çevirdi. O aptal kız yüzünden kuzenine ve en yakın arkadaşına maskara oluyordu. Daha önce hiç böyle bir duruma düşmemişti.
"Jensen'ın o halini görebilmek için her şeyimi verirdim," dedi Liam neşeyle.
Jensen arkalarından homurdandı. "Sizi zamanında hadım etmeli, o işe yaramaz dillerinizi kesmeliydim. Lanet herifler! Kadınlardan hiçbir farkınız yok. Belki onlar sizden daha az konuşup can sıkıyorlardır."
Ewan'ın sırıtması genişledi. "Hala canın yanıyor mu, Jensen?" dedi kendilerine hakaret etmesini pek önemsemeyerek.
Jensen yumruklarını sıktı. "Ewan, sinirliyim. Her an kriz geçirebilir, ve sizi atın arkasına bağlayarak sürükleyebilirim. Bence bunu istemezsiniz, öyle değil mi? O kızı hatırladıkça gözlerim kararıyor ve sakinleşmem için de bana hiç yardımcı olmuyorsunuz. Yerinizde olsam çenemi kapatırdım." Bunlar kesinlikle bir uyarı değildi.
Ewan, Jensen'a acıyarak bu konuyu kapattı. "Antreman iyiydi, askerler güçlenmiş." dedi konuyu değiştirerek. Çünkü Jensen'ı kendini bildi bileli tanıyordu. Söylediğinin arkasında duran bir adamdı. Şakası yoktu. Zaten hiçbir zaman Jensen'ın şaka yaptığına şahit olmamıştı.
Jensen onu başıyla onayladı. "Evet, çalışmalar sonuç veriyor."
Göle varıncaya dek savaşçılarla ve halkın sorunuyla ilgili konuştular. Jensen, mantıklı ve soğukkanlı bir adamdı. Hiçbir zaman duygularıyla hareket etmemişti. Konuşmaları bittikten sonra Jensen, Ewan ve Liam'a kalede yapılacak görevler verdi.
Liam, Leydi McAlister'ı görme bahanesiyle yanlarından ayrıldı. Ewan ile Jensen ise kaleye doğru ilerlediler ve diğer oymakların savaş stratejisi hakkında tatıştılar. MacDonalds oymağının beyi halkına zulmediyordu ve Jensen bu durumu görmezden gelecek birisi değildi. Masum insanlara zarar gelmesine izin veremezdi. Böyle bir şeye hiçbir zaman göz yummamıştı ve yummayacaktı. Savaş başlatma planları vardı, ama bunu Liam ve Ewan'dan başka kimse bilmiyordu. Bu konu çok özel bir konuydu. Halkına güveni sonsuzdu, fakat hain çıkma ihtimalini de göz önünde bulundurmalıydı. Ayrıca savaş için henüz erkendi. Önce askerlerinin yeterince güçlü olduklarından iyice emin olmalıydı. Sonra kendi safına çekebilmek için birkaç oymakla ilişkilerini güçlendirebilirdi. McDonalds'ların savaşçı sayısını, güç durumlarını öğrenmeliydi. Ardından beklemedikleri bir anda onlara saldırarak bölgeyi kendi topraklarına katacaktı.
Ewan, Jensen'ı plan yapmak için odasına davet etti. Odası kaledeki en güvenli yerdi. Konuşmalarını kimse duyamazdı. Jensen cevap vermedi, ama onu takip ederek teklifini kabul ettiğini belirtti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş ve Barut
Historical FictionLord Worhington'ın asi ve gururlu yeğeni Katherine Blackstone, amcasının onu acımasız bir lord ile evlendirmesine izin vermemek adına İngiltere'den kaçar. Ancak işler planladığı gibi gitmez ve Jensen McGreen ile karşılaşma talihsizliğine uğrar. Yayı...