Savaş sahnesi olduğundan bazı okuyucular için hassas olabilir.
Jensen soluk soluğaydı.
Kılıcını bir tur havada döndürdükten sonra karşısından ona bağırarak gelen askerin önce karnında derin bir yarık açtı, ardından da ona doğru koşarak gelen bir başka askeri elindeki kalkanla iterek geriye savurdu. Gözleri hiddet ve heyecanla büyümüştü ve kana doymayan vahşi bir avcı gibi önüne çıkan her şeyi tüketiyordu.
"Ewan!" diye kükredi Jensen etrafında Ewan'ı görebilmeyi umut ederek. Birkaç metre ilerisinde başını çevirmiş ona baktığını görünce, "Bana onu getirin!" dedi ve karşısına çıkan bir askeri daha kılıcından rahatlıkla geçirerek ona ızdırap dolu bir ölüm tattırdı.
Ewan sadece başını sallamakla yetindi ve yetenekli bir askerin yapacağı gibi ona doğru gelen havadaki kılıçtan eğilerek savruldu. Hemen arkasından da kılıcını adamın boynundan sürüyerek derin bir yara açtı.
Boynundan darbe alan asker, gözleri kocaman açılmış bir şekilde bir elini oluk oluk kanamaya başlayan boğazına götürdü, fakat öyle derin bir yaraydı ki saniyeler içinde neredeyse tüm vücudu kana bulanmıştı. Ewan acıyla dizlerinin üstüne kapaklanan adamı ayağıyla geriye doğru tekmeledi ve hemen yenisi gelen bir diğer saldırıyı elindeki kalkanını havaya kaldırarak son anda durdurabildi. Havaya sesli bir küfür savurduktan sonra ona yaklaşan adamı da bir öncekine yaptığı gibi ölümle buluşturdu.
Kocaman, yeşilliklerin ve ağaçların olduğu büyük bir düzlükteydiler ve düşman için havada yalnızca dehşetin ve umutsuzluğun kokusu vardı. Jensen ve askerleri ona saldıran klanın bölgesine vardıklarında zaten düşman askerler Jensen ve askerlerini bekliyormuş gibi hazırlanmışlardı.
Ve böylelikle savaş başlamıştı. Jensen ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildi. Bir savaşın içinde olmak onun için yeni bir şey değildi elbette, fakat ilk defa içinde olduğu bir savaş ona sanki günlerdir içindeymiş gibi hissettirmişti. Bir sabırsızlık içindeydi ve bunun nedenini çok iyi biliyordu.
Çok derin duygular içerisindeydi; Başta klanına alenen yapılan çirkin saldırı dolasıyla büyük bir öfke duyuyor, verdikleri kayıplar nedeniyle de büyük bir hüzün ve endişe hissediyordu. Bir diğer yandan da Mary'i tekrar görmeyi istediği için heyecan içindeydi. Vücudunda bugüne kadar hiç hissetmediği kadar büyük bir enerji vardı ve bugün, Jensen için merhamet diye bir şey yoktu. Ruhu ve bedeni kana aç olan bir canavar gibi etrafına dehşet saçıyordu.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Olduğu yerde soluklanarak etrafına dikkatlice baktı ve artık savaşın bittiğini gördü. Gözün görebildiği her yer parçalanmış insan vücutlarıyla doluydu ve toprağın rengi tamamen kırmızıya boyanmıştı. Önünde hala can çekişmekte olduğunu gördüğü askere duygudan yoksun, sert bir bakış attı ve kılıcını yüzüne sapladı. Artık o askerin bir yüzü yoktu.
Cesetlerin üstüne basarak ilerlerken kendi yaralı askerlerini gördü. Birkaç adım ilerisinde elini omuz başında tutan askerinin yanına eğildi ve ona, "İyi misin asker?" diye sordu. Asker ona yüzü acıyla kırışmış olsa da olumlu bir şekilde başını salladı. "İyiyim, lordum. Büyük bir yara almadım. Yalnızca ufak bir sıyırık." dese de, Jensen öyle olmadığını biliyordu.
Jensen askerin sağlam olan kolundan tuttu ve onu yavaşça belinden tutarak yerden kaldırdı. Asker acısı olmasına rağmen hiçbir ses çıkartmadı. Yan taraflarından gelen bir başka asker yaralı olan arkadaşını Jensen'in kolları arasından alarak birlikte uzaklaştı. Jensen başını arkaya çevirdiğinde askerinin kalan son düşman askerini de kılıçtan geçirdiğini görünce kalkanını hiddetle yere savurdu. Artık düşman askerlerinin hepsi kendi kanlarında boğularak can vermişti. Jensen zafer kazandığını hissetmiyordu. Aksine derin bir üzüntü ve yas içindeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş ve Barut
Historical FictionLord Worhington'ın asi ve gururlu yeğeni Katherine Blackstone, amcasının onu acımasız bir lord ile evlendirmesine izin vermemek adına İngiltere'den kaçar. Ancak işler planladığı gibi gitmez ve Jensen McGreen ile karşılaşma talihsizliğine uğrar. Yayı...