Hyun Su yerinden doğruldu ve eşyalarını eline aldı.
‘İçeri geçiyorum. Siz de geçecekseniz yemek odasını gösterebilirim.’
Hye Su sessizce kalktı ve genç adamın yanına geldi. Birlikte eve doğru yürürken yalnızca çevrelerindeki sesler vardı. Hye Su düşünceliydi. Şu elbise mevzusunu halletmesi gerekiyordu. Kullanacağı yolu düşünürken adımlarını yanındaki adama uyduruyordu. Genç adam da düşünüyordu. ‘Burada tam olarak ne dönüyor?’ O da adımlarını genç kıza uyduruyordu. Merdivenlere geldiklerinde birlikte yürümeleri son buldu. Hye Su merdivenleri ikişerli olarak hızlıca çıkmıştı. Hyun Su ise adımlarını ağırdan alarak birer birer çıkıyordu. Merdivenin en üst kısmı ile kapı önü olan yerde tekrar buluştular. Hyun Su kapıyı çaldı. İçeriden gelen görevliye gülümseyerek Hye Su’ya yol verdi.
**
İçeri girdiğimde babam ve uzun süredir görmediğim Park amca masadan kalkıyorlardı. Beni gördüklerinde şaşırsalar da sorgulama işine girişmemişlerdi. Birlikte salon olduğunu tahmin ettiğim, şık döşenmiş odaya girdik. Hyun Su’nun hâlâ arkamda olup olmadığını kontrol etmek için arkama döndüğümde hayal kırıklığına uğramadım değil. Kaderin bize burada da karşılaşma hediyesi sunmuş olması harikaydı. Hatta onu orada gördüğümde ‘Tanrım, çok çok teşekkürler.’ dahi demiştim.
Babam ve Başkan Park tekli koltuklara yerleşirken annem ve Bayan Park da ikili koltuğun birine geçmişti. İkili koltukta yalnız oturacağım fikri sinir bozucuydu. İçten içe anneme kızarken koltuğun ortasına oturdum.
‘Biraz kayabilir misiniz?’
Hyun Su’nun sesiyle irkildim. Onu görmüş olmanın verdiği mutluluk yüzüme yansımış olmalıydı. Aynı zamanda sözlerime de.
‘Kurbağa.’
Bunu sessiz söylemenin vermiş olduğu rahatlıkla bir oh çekerken yana doğru kaydım.
**
‘Ah, görmeyeli Hye Su kızımız da ne kadar büyümüş ve güzelleşmiş öyle.’
Genç kız başını annesinin yanında oturan Bayan Park’a çevirdi. Gülümseyerek teşekkür etti.
‘Aç mısın kızım? Sormadık, geç de geldin.’
Genç kız hazırlanamadığı bahanesi süsleyerek Başkan Park’a sunmuştu. Başkan Park ise gülümseyerek yanıt vermiş ve önemli olmadığını, uzun süreden sonra onu gördüğüne memnun olduğunu söylemişti. Ardından bakışlar Hyun Su’ya dönmüştü.
‘Oğlum, Hye Su ortağım Başkan Han’ın kızı. Aslında bir kızı daha var ancak o rahatsızlandığı için gelememiş.’
Hyun Su yalnızca başıyla onaylamıştı.
‘Tanıştırmak istedim ama sanırım siz birbirinizi tanıyorsunuz.’
Hyun Su başıyla onaylamış ve konuşmak üzere ağzını açmıştı.
‘E-’
‘Dışarıda karşılaştık, orada tanıştık.’
Genç adamın sözünü bölen Hye Su gayet sakindi. Durup dururken yala söylemesi Hyun Su’yu çok rahatsız etmişti. Bir insan yalan söylerken nasıl sakin olabiliyordu ki? Yalan söylemek, hem de büyüklerine karşı, Hyun Su’nun aklını yitirmediği müddetçe son yapacağı şeydi. Büyüklerine dahi böyle kolay yalan söyleyen bir kız… Neden ona da yalan söylüyor olmasındı ki?
‘Ah, ne güzel. Biz de sizi tanıştırmayı düşünüyorduk zaten. ’
‘Neden ki?’
Genç kızın babasına sorduğu soru dudaklarından küçücük masum bir kızdan çıkıyormuş gibi dökülmüştü.