Özel bölümü üç kısma ayırmıştım. Şimdi de ikincisini paylaşıyorum. Üçüncü de görüşmek üzere! Benden yorumlarınızı esirgemeyin!
“Ne diyeceğini anladın mı HaNeul-ah? ”
Küçük kız mutlulukla yerinde zıpladı. Ardından önünde diz çökmüş genç adama fısıldadı. Elini de ağzının önüne koydu, ki sırrı yalnızca karşısındaki kişiye ulaşsın.
“Evet oppa! Ona, çok acıktığımı ve neden yemeğin hala hazır olmadığını soracağım.”
Genç adam ve kırmızı elbiseli minik kız çak bir beşlik yaptılar ve genç adam küçük kızı kucağını alıp mutfağa girdi. Girer girmez ikisinin de gözleri tek bir noktada sabitlenmişti. Mutfağın köşesine sinmiş, elindeki saralle kutusunun dibine getirmeye çalışan bir HyeSu.
“HyeSu eonni! Hani bana yemek yapacaktın? Ama ben çocuktum.”
Gözlerini irertip dudaklarını büzen miniği görür görmez HyeSu öksürmeye başladı.
“HaNeul-ah, yemek konusunda birkaç (!) sıkıntı oldu.”
HyunSu kucağındaki küçük kızı yere bıraktı ve elinden tuttu. Ardından HyeSu’ya daha da yaklaştılar. HyeSu da onlar kendisine yaklaşırlarken doğrulmuş ve masadan bir sandalye çekmişti.
“Şimdi bir şeye açıklık getirmeliyiz ki, yiyecek bir şeyimiz yok. Saralleyi de az önce ben bitirdin.”
HyunSu minik kız ile birlikte masanın yanına geldi ve kendisi için bir sandalye çekti. Kendisi oturduktan sonra, HaNeul’ü kucağına oturtturdu.
“Eonniii, yemek pişirmeyi beceremedin mi yoksa?”
Ellerini masanın üstünde birleştirmiş minik bilmiş, yüzüne tatlı ve bir o kadar da ukala bir gülümseme yerleştirmişti.
“Yah! Seni bilmiş! Bana ne demeye çalışıyorsun?”
HaNeul , minik ve topak elini masaya bir kez vurdu ve bağırdı. Olabilen en tiz sesiyle.
“Oppamı aç bırakan birisine, oppanın karısı olması iznini veremem!”
HyunSu, bu tatlı tartışmayı, yüzünde bir gülümseme ile izliyordu. Karısının şimdiki tepkisinin ne olacağını da merak ediyordu.
“Yah! Gel buraya! Senin saçını çekerim minik şey!”
HyunSu, hızla minik kızın saçını çekmek için elini harekete geçiren HyeSu’ya engel oldu. Ardından HaNeul’ü kucağından indirdi ve fısıldadı.
“Koş ve annenin yanına gitti. Ha, gitmişken de Bayan Oh’ya söyler misin? Senin karnını doyursun. Biz halledeceğiz.”
HaNeul, oppasına gülümsedi ve HyeSu’ya dönüp dil çıkardı. Ardından koşmaya başladı.
“Burada bitmedi minik şeytan!”
HyeSu, elini kaldırmış, HaNeul’e parmak sallıyordu. HyunSu bu tatlı olay karşısında gülümsemesini devam ettirdi. Ardından karısına döndü ve suratındaki saralle bulaşığına kahkahalar halinde gülmeye başladı. Başta anlamayan HyeSu, hızla başını eğdi ve cam masa da kendi yansımasını gördü.
“Yah! Salak şey! Bu gibi durumlarda yapacağın şey gülmek olmamalı! Sen hiç mi dizi izlemiyorsun yahu?!”
Fırsat bu fırsat ayağına yatan evli prenses, parmağını saralle kutusuna daldırdığı saralleyi kurbağasının dudaklarına sürdü. Ardından kurbağaya doğru bir hamle yaptı.
“Tanrım! Hayır!”
Neyse ki kurbağa önce davranmış ve ağzını kapatmıştı. HyeSu bu! Hiç pes eder mi? Saralle kutusuna bir kez daha parmağını daldırdı ve bu kez hedefi, tüm surattı! Burun, yanak, alın… Ardından kurbağa neremi korusam diye düşünürken… Yanağa saralleli bir öpücük konduruldu ve ardından yanaktaki sarallenin… (Anlatmaya iğreniyorum. Böyle şeyler yapmayın gençler. )
Kurbağa, Prenses’i hızla itti va bağırmaya başladı.
“Yapma böyle şeyler!”
“Bu gibi şeyleri aslında senin yapman gerekiyor salak! Resmen bu ilişkinin çapkın erkek rolünü üstleniyorum ben.”
“O değil de, HyeSu… Bugün birisi geldi ve seni sordu.”
Tartışmanın yarıda kesilmesine sinirlense de, soru prensesi cezp etmişti.
“Kim sordu?”
Soranın, Rob olduğunu düşünmüştü. Rob ile uzun süredir görüşmüyordu. Ne kadar uzun bir süredir? HyunSu ile aralarının iyi olmaya başlamasından beri görüşmüyorlardı neredeyse. Neden gelmiş olabileceğini düşünmeye başladı. Düşüncelerini yarıda dahi kesmeyen, başında kesen Kurbağa’nın ağzından çıkan iki kelime oldu.
“Joon Oppan.”
HyeSu önce yutkundu. HyunSu neden bahsediyordu? Geçmişi öğrenmiş, bir katil olduğunu, ve şimdi de dolaylı yoldan ağzından laf almaya mı çalışıyordu? Ölmüş birisinin, kendisini soramayacağından adı gibi emindi. Ama ölmüş birisinden bahsedilip bahsedilmediğinden emin değildi. Her ne kadar kendini bir katil olarak görmüş olsa da, aslında içinden bir o kadar da ölmediğine dair inanç besliyordu.
“Sen olmadığın için onunla ben konuştum. Bana bir şeyler anlattı.”
HyeSu, HyunSu’nun nasıl öğrendiğini düşünmüyordu o an için. HyunSu’nun ne düşüneceğini düşünüyordu. HyunSu’nun nasıl tepki vereceğini… Kendisinden uzaklaşıp uzaklaşmayacağını… Bir katilin kocası bulunmaktan hoşnut olup olmayacağı…
“HyunSu… Yemin ederim onu öldürmek istememiştim. Ben… ben yalnızca… Ona çok sinirlenmiştim. Çünkü planlarım alt üst oluyordu. Onun yüzünden asıl amacımdan sapıyordum. Hem yalnızca bir kez sapladım o bıçağı. Yani ben.. ben..”
“Lanet olsun HyeSu! Bana yalnızca, bir zamanlar çok yakın olduğunuzu anlatmıştı. Bir de, kendisinin seni bir gün bırakıp gittiğini… Ona bıçak mı sapladın? Nasıl bir insana, hem de ne kadar ukala olursa olsun iyi birisiydi, bıçak… Aish!”
HyunSu birden ayağa fırlamış ve kükrer gibi konuşmuştu. Cümlelerinin sonunda eli saçlarına gitti ve saçlarını darmadağın etti.
“O… O… Geldi mi? Şimdi nerede?”
“Bana tüm olanları anlatmayı düşünmüyor musun HyeSu? Nasıl bana bunu söylemezsin! Anlamıyorum.”
“Onunla görüşmem gerek! Yalvarırım bana nerede olduğunu söyle.”
HyunSu, önünde göz yaşlarına boğulan genç kıza baktı önce. Ardından aklındaki soruları ve gerginliğini hiç sayarak onun yanına geçti ve kollarını ona doladı. Kendine de çekti tabi.
“…”
HyeSu, iyice yapıştığı bedene ağlayarak bir şeyler fısıldadı.
“Onunla görüşmem gerek HyunSu… Eğer ölmediyse…”
HyunSu başını, HyeSu’nun saçlarına gömdü ve şşş’ladı. Ardından fısıldadı.
“Tamam, tamam. Ama önce bana her şeyi anlatmak zorundasın…”