“Eee, Hyunguna bir merhaba yok mu?”
Joon kapı aralığından önündeki gence baktı. Terden sarı saçları sırılsıklam olmuş, ancak durmuyor çalışmaya devam ediyordu. Rob hyungunun sesini duyunca başını kaldırdı ve kum turbasının arkasından hyunguna baktı.
“Döndün ha?”
Sallanan kum turbasına kolları arasına aldı ve başını kum torbasına yasladı. Yorgundu, derin nefes alış-verişi yapıyordu.
“Erken döndün sanki? Basit bir bıçak darbesi nasıl oluyor da seni iki buçuk yıl görmememize sebep oluyor?”
Joon kapıya yaslandı ve elini cebine soktu.
“Sence üç yıl boyunca hastanede miydim zeki çocuk?”
Rob tekrar çalışmaya başladı. Her seferinde daha güçlü, daha sert…
“HyeSu’nun arkasında dolandım. Ve ona aşık olan senin de. Sahi ikinizin o kadar basitçe halledebilmiş olması garip değil miydi?”
Joon içeri girdi ve kum torbasına yaklaştı.
“Evlenmiş ha? Bizim ufaklık.”
Rob bakışlarını kum torbasından hyunguna çevirdi. Ardından uğraşmamaya karar verdi ve bakışlarını kum torbasına dikti.
“Hadi ama, aylar geçti! Hala buna sinirli olamazsın. Hem zaten ondan daha iyisin. Bunun derdine düşmene gerek yok.”
Rob yumruğunu yeniden harekete geçirdi. Kum torbasına değil.
“Hadi ama dostum! Madem peşimizdeydin, nasıl oluyor da evlendiğinden haberin olmuyor?”
Joon karnını tuttu ve neredeyse fısıltı ile konuştu.
“İşim bittiğinde, yani sözümü tuttuğumda, biraz çocukluk yapmış olamaz mıyım?”
Robin hyungunu elinden tuttu ve doğrulttu. Ardından gülümsedi ve ona sıkıca sarıldı.
“Gidip üstüne bir T-shirt giyemez misin? İğrenç görünüyorlar.”
Joon eli ile Rob’un üstsüz olan vücudunu işaret etti.
“Sen de yok diye kıskanıyor musun yoksa Hyung?”
“Ne? Ben de yok mu? Seninkiler de kas mı ki?”
Joon ve Robin kahkalarını serbest bırakırlarken, birkaç damla gözyaşı da Joon’un gözlerinde yer edindi. Özlemişti kardeşini elbet.
“Ne gibi bir çocukluk?”
Rob bakışını abisinden kaçırdı, çünkü gözyaşlarını görmüştü. Görmemiş gibi davranacaktı. Görmemişti ki zaten.
“İlk aşkımın peşinden koşmuş olabilirim.”
“Burada olduğuna göre… Reddedilmiş olabilir misin?”
Joon, Robin’in sırtına güzel bir şaplak attı ve kahkaha attı.
“Biraz şanssız kardeşleriz, ha?”
**
Günler günleri kovalamaz. Geceler, gündüzleri kovalar benim lügatimde.
Geceler gündüzleri kovaladı ve Prenses, Rob’ın aslında kim olduğunu ve nerede olduğunu öğrendi. Uzun süredir ortalarda görünmüyordu çünkü. Rob aslında kimdi? Rob, bir nevi kardeşiydi Prenses’in. Abisinin kardeşi, kendi kardeşi olsa gerekti? Ne kadar bir kardeşin diğer bir kardeşe aşık olması garip olsa da…
Abi, minik kız kardeşiyle her zaman dalga geçti. Farklılık olarak size bir örnek verebilirim ama. Uzun süreli hasretlerini giderirken biraz duygusallaşmış olabilirler.
Kurbağa birkaç kez öpülmesine rağmen bir prense dönmedi. Ama kurbağa görünümü ile de pek yaşanılmayacak değildi. Prenses, Prens’e dönemeyen kurbağasına göz yumdu. Ama şansını denemek adına, günde birkaç kez daha ‘Kurbağayı Prense Dönüştürme Operasyonu’nu denemeyi ihmal etmedi.
Kurbağa, Prenses’i sayesinde azıcık dahi olsa normale döndü. Bazen normal davranabiliyor. Tamam, hakkını yemeyelim. Prenses’ine daha sık sarılıyor. Daha çok onu sakinleştirmeye çalışıyor. Ha, en önemlisi; Artık ‘sapık’ diye bağırmıyor. Aklından geçse bunu kendisine saklıyor. Yani bayağı bayağı normalleşiyor.
Seon, gözünü yine bir eşcinsele dikmiş durumda. Tabi hala bilmiyor onun eşcinsel olduğunu… Şu minik kıza da bir türlü normal insanları düşüremedik ya, neyse.
Bayan Park, evinde oturmasına karşın yalnızlık onu bunaltıyor. Gelecek planları olarak, Prenses ve Kurbağa’nın evine taşınmak var. Ama gençlerin balayı dönemlerini, bunun uzun süreceğini bilerek, bekliyor.
Bay ve Bayan Park, yani kurbağanın insan olan ailesi ise pek mesut. Başından beri oğullarına güzel ve anlayışlı bir eş istiyorlardı zaten.
Ve son olarak ben, anlatıcınız; ben halimden pek memnun değilim. Her masalın bir anlatısı vardır. Yoksa bile olmalıdır. Ben de bu bir farklı ‘Kurbağa Prens ’ masalının anlatıcısı bulunmaktayım. Bir işim yok. Yalnızca bilmem kaç katlı kulemin güzel bir zindanına kapatılmış, uyutulmak isteniyorum. Prensimi bekliyorum ama kendileri bir türlü teşrif edemediler. E, boş boş beklemek olmaz. Biraz kıskançlığımdan olsa gerek, yaşıtım olan tüm Prenseslerin Prenslerine ya da ‘kurbağalarına’ kavuşma masallarını okuyor ve anlatıyorum.
Bu da böyle bir masaldı. Bir dakika, o bir Prens mi? Sanırım benim Prens’im de teşrif ettiler. Artık benim kavuşma, sizin de gitme vaktiniz!
Sağlıcakla kalın ve masallara inanmayın. Gördüğünüz üzere her zaman Prens’e dönüşen bir kurbağa yok!