Genç adam başını koyduğu kollarında birkaç kez kıpırdandı. Bir önceki gece uyuyamamıştı. Şu sıralar pek de iyi rüyalar görmüyordu. Ayrıca günler onun için verimsiz geçiyor gibiydi. Uzandığı kollarından kalktı ve başını dik tuttu. Derin bir nefes alarak yerinden kalktı ve odanın kapısına doğru yürüdü. Şirketteki odasının kapısına…
Amcasından öğrendiğine göre, HyeSu, iki güne bir gelecekti. Bu iyiydi. Kafasını dinlemesi için en azından birkaç günü olabilirdi. O yaramaz kız, başına durmadan iş açıyordu. Odasının kapısını açtı. Dışarı çıkacakken durdu ve zümrüt yeşili elbisesi ile karşısında dikilen güzel kızdan gözlerini alamadı.
**
Yatağından hızla doğrulan HyeSu, o günün iş günü olduğunu hatırladı. Yataktan fırlaması ile dolabının kapağını açması çok uzun sürmemişti. Bir gün önce, izin gününde, saatler boyunca adamları ile uğraşmıştı. Bundan dolayı yalnızca iki saat uyumuş olsa gerekti.
Onlarla ilgilenmesi zordu. Çünkü birçok konuda yetersizlerdi. Ama bir-iki haftaya onları adam edebilmeyi umuyordu.
Açtığı dolabın kapağının ardından elbiselerde göz gezdirdi. Hangisini giyeceğini karar verememişken odaya ikizi Seon girdi.
“Günaydın HyeSu!”
Seon kız kardeşinin uykulu gözlerine ve garip el hareketlerine baktı. Kıyafet seçemediğini fark etmişti.
“Kıyafet seçiminde sana yardımcı olmamı ister misin?”
HyeSu gözleri ışıldar bir halde ikizine baktı. Bu, evet, demekti.
“Umm, dün şunu giymiştin. Ondan önce de zaten bu tonu giymiştin. Omo, bu! Bu harika! Bunu hiç üstünde görmemiştim. Neden bunu giymiyorsun?”
HyeSu, Seon’un uzattığı zümrüt yeşili, harika elbiseye baktı. Bakarken aynı zamanda gözleri bir kez daha ışıldadı. Elbiseyi kaptığı gibi soyunmaya başladı. Bunu gören Seon, çoktan arkasını dönüp söylenmeye başlamış, ardından odadan çıkmıştı.
Hye Su elbisesini giydikten sonra kız kardeşinin dolabını açtı ve bir babet seçti. Aynada kendisine bakarken istemsizce gülümsemeye başlamıştı bile.
“Bay Kurbağa, benimle birlikte gerçekleri öğrenmek ister misiniz?”
**
Karşısında duran kıza bakıyordu, çünkü etkilenmişti. Kağıt üzerinde durduğundan daha harika duruyordu elbise.
“Kağıt üzerinde durduğundan… Lanet olsun.” Diye geçirdi içinden genç adam. Evet, lanet olsun demişti. Bu ikiliyi kullanmayalı çok uzun zaman olmuştu.
Genç adam kendine geldiğinde HyeSu’yu bileğinden tuttu ve odaya çekti. Kapıyı kapatır kapatmaz bağırmak ya da ona benzer şeyler yapmak için ağzını açmıştı bile. Ancak ağzını narin bir el kapatmıştı bile.
“Şşş, kurbağa. Sakin ol. Bu dün tasarladığın elbise, değil mi?”
Yüzleri, boy farklarına rağmen, birbirlerine yakın olan gençler bir müddet sessizliği seçtiler. HyunSu konuşamıyordu, çünkü hâlâ ağzı narin bir el tarafından kapatılmış bir vaziyetteydi. Bir sürenin ardından HyeSu’nun bileğini tutmadığı eliyle, HyeSu’nun elini ağzının üstünden çekti.
“Evet. Dünden önceki, yani senin burada olduğun gün kağıda aktardığım elbise.”
HyeSu gülümseyerek kurbağasına baktı.
“O zaman gel ve beraber çözelim şu işi!”
Prenses görümlü cadı HyeSu, kurbağasının bileğinden yakaladığı gibi koşmaya başlamıştı bile. Evine, yani sarayına doğru…