Toprak minderlerde otururken bende kitaplığındaki kitapları karıştırıyordum. Elime aldığım her kitapla ilgili bir anı anlatıyor veya yazarından bahsediyordu. Ya da kitabın yazılış hikayesini... Hiç kitap okuyan biri gibi durmuyordu fakat kitaplar hakkında çok fazla şey biliyordu. Roman kısmı bittiğinde sağ üstteki şiir kitapları kısmına geçtim.
Elime Özdemir Asaf'ın Dokuza Kadar On şiir kitabını aldığımda ışık hızıyla ayağa fırladı ve birkaç adımla yanıma ulaşıp kitabı elimden çekti.
"Hop hop her şey karıştırılmaz"
"Şiir kitabı değil mi o?"
"Öyle. Ama içinde belki özel şeylerim vardır"
"Ne gibi özle şeyleer?" derken elindeki pembe renkli kitabı almaya yeltendim.
Kitabı ulaşamayacağım şekilde havaya kaldırdı.
"Özge söz dinle. Her şeyi karıştırma. Tamam?"
"Öf iyi yemedik."
Kollarımı birbirine kavuşturup mindere oturdum. Kitabını özenle yerine koydu. Sonra eline aldığı başka bir şiir kitabının arasından dörde katlanmış A4 kağıdı çıkardı. Kitabı yerine koyduktan sonra elindeki kağıtla yanıma oturdu, kağıdı bana verdi.
Elime aldığım kağıdı açtım. Içerisinde katlı bir kağıt daha vardı. Yaklaşık 13-14 kıtalık bir şiir vardı. Üzerinde "Mona Roza" yazıyordu. Bu şiiri daha önce duymamıştım. Kitap okumayı severdim ancak şiirle pek ilgilenmiyordum.
"Bu şiiri biliyo musun"
"Hayır daha önce hiç duymadım"
"Şaşırmadım"
Her zamanki kendini beğenmiş tavrıyla söylemişti. Ona aldırış etmemeye çalışarak şiiri okumuştum. Şiir bittiğinde gerçekten beğenmiştim.
"Şiirde bir farklılık fark ettin mi?"
"Normalinden uzun?"
"Hayır. Başka bir şey. Farklı."
Şiire biraz daha baktım. Ama göremiyordum.
"Göremedim. Neyi farklı?"
"Her kıtanın, ilk dizesinin ilk harfine bak bakalım"
Bir süre harfleri birleştirmeye uğraştım ancak bende balıkların bile utanacağı türden bir hafıza vardı. Kağıt kalem istediğimde kitaplığın en alt rafında duran eskiz kağıtlarından verdi ve mürekkebin yanında duran bir dolma kalemi.
Tüm kıtaların, ilk dizesinin, ilk harfini yan yana yazdım. Ben uğraşırken o bana bakıp gülüyordu. Kıtalar bittikten sonra kağıda baktığımda, kağıtta yazan "muazzez akkayam"dı.
Çok şaşırmıştım.
"Ohaa inanmıyoruum. Kim peki? Kitabın yazarı mı?"
"Iıım, hayır. Kitabın yazarı Sezai Karakoç"
"Muazzez Akkaya kim o zaman? Sevgilisi falan mı?"
"Sevdalısı. Yani Muazzez Akkaya'ya aşık diyelim"
"Oha yaa platonik mi?"
"Iım aslında pek değil"
"Ya madem karşılıksız değil neden..." cümlemi tamamlamama izin vermeden sözümü kesti.
"Bak bence sen bunu bir araştır."
"Yaa sen anlatsan olmaz mı?"
"Olmaz. Hadi artık gidiyoruz"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİMİN KIRIKLARI
RomanceHer kalbin vardır alınması gereken kırıkları fakat kesmeye kıyamadığı...