"Napıyosun sen ya?" diye bağırarak büyük bir tepki vermiştim.
"Seni o pislikten kurtarıyorum seni. Hem Aras'tan hemde sana ayarlayacakları diğer pezevenklerden."
Piç piç sırıtıyordu yine.
"Şuan çıkıyoruz sanıyolar farkında mısın?" derken öfkem sesime de yansıyordu.
"Herkes öyle sanıyor zaten Özge, onlar da öyle sansınlar işte daha iyi değil mi?"
Sinirli sinirli yüzüne bakıp penceremin önüne gitim. Kollarımı birbirine kavuşturup dudağımı ısırarak dışarıya baktım.
Dışarıyı bile izlemiyordum. Düşünüyordum sadece.
Bu pezevenk ne bok yiyordu? Bu hakkı kendinde nasıl buluyordu? O kimdi ki? Beni diğer pezevenklerden de Aras'tan da koruyormuşmuş. Laflara bak. Bu nasıl bir düşünce? Nasıl bir zihniyet? Nasıl bir bencillik? Hem beni önemsemiyor, dış kapının mandalını yerine koyuyor hemde hayatıma giren çıkan insanlara karışıyor. O kim ki ya? Ne sanıyor kendini? Ama yook Özge başkasını sevemez. Özge Toprak'ı sevmek zorunda. Değil mi? Yok öyle bir şey! Başkası olacak hayatımda. Toprak defteri kapanmıştır!!
Toprak yanıma geldi.
"Lan noldu sana? Kızdın mı?"
Sadece yüzüne baktım. Cevap vermedim. Ama yüz ifademden anlamış olmalıydı.
"Pişşt. Özgee. Yapma ama ya. Herkes öyle sanıyor zaten. Arkadaşlarında öyle sanıyor olsa ne fark edecek ki?"
Hala cevap vermiyordum. Kollarımdan tutup beni kendine doğru çevirdi.
"Benimle çıkma fikrine bile katlanamıyor olduğunu bilmiyordum kusura bakma!"
"Sen busun işte Toprak. Bu kadarını algılayabiliyorsun." dedim ve dolan gözlerimi görmemesi için yatağıma girdim. Gözlerimi kapatıp ağlamama engel oldum.
"Ne demek şimdi bu?"
Cevap vermedim. Kısa bir süre sonra geldi ve üstümden örtüyü çekti.
"Çık şu yataktan konuşucaz."
"Hayır." diyip örtüyü tekrar üstüme çektim.
"Özge kalk!"
Hiçbir tepki vermedim.
"Kalkmıyor musun? İyi kendin istedin."
Yatağımdan uzaklaştı ve tıkırdamalar gelmeye başladı. Örtüyü açıp ne yaptığına baktım. Çekmecelerimi karıştırıyordu. Ona baktığımı fark edince bana bakıp güldü.
"Sen kalkmazsan, ben kaldırırım!"
Piç piç güldüm. Bu 'kalkmayacağım' anlamına geliyordu.
"Peki sen istedin" dedi ve aynı piç gülücükten atıp çekmecemi talan etmeye başladı.
Sırtımı yatağa yaslayıp kollarımı birleştirerek yüzümdeki piç ifadeyle onu izlemeye başladım. Beni kaldıramayacakt..... ELBETTE KALDIRACAKTI! TOPRAK DEFTERİ'M ELİNDEYDİ!
Yataktan fırlayıp elindeki defteri almaya çalıştım ama geri çekti.
"Hop hop hoppp kimler ayaktaymıış bakalııım"
"Toprak ver onu bana!"
"Seni ayağa kaldıracak bu defterde ne var acaba?"
"Onu bana ver Toprak!!"
"Ne var bunun içinde?"
"Özelim!"
"İyi be al!" kitabı bana uzattı.
Şok olmuştum. Şaka mı yapıyordu? Bu kadar kolay mı olacaktı? Şaşkınlıktan mal gibi bakıyordum çocuğa.
"Alcak mısın?" deyip defteri masama fırlattı.
Defteri masadan alıp çekmeceme geri koydum. Saklama gereği duymadım çünkü umrunda değildi. Bozulmadım diyemezdim. Özelim demiştim ve o merak etmiyordu. Oysa o bana o benim özelim deseydi o defteri okumadan bırakmazdım ben, bırakamazdım. Ama o fırlatıp atmıştı. Haklıydım. İnanmak istemesemde haklıydım. Umrunda değildim...
Banyoma gidip pijamalarımı giyindiğimde elleri cebinde penceremin önünde dışarıya bakıyordu. Şaka mı yapıyordu? Hiç mi merak etmiyordu? Azıcık bile mi? Peki..
Yatağıma girip ışığımı kapattım ve telefonumu alıp ona ters olacağım şekilde arkamı döndüm ve gelen mesajlara baktım.
Önce Egemen'den gelenleri okudum.
-Ohaa ciddi mi la
-Hayırlı olsun keke belliydi zaten
Sonra Derin:
-Lan kaşar niye söylemiyon bize Toprak'la çıktığını
-Gebertcez seni Burçak'la.
-Çıkma karşımıza
Burçak..:
-Mal dövcem seni niye söylemiyon
-Çok kızgınız sana yicen dayağı az kaldı
Ve diğerleri....
Hiçbir mesaja cevap vermedim ve telefonumu koymak için tekrar Toprak'a doğru döndüm.
Penceremin yanındaki tekli koltuğa oturmuş beni izliyordu. Bir süre baktım ama bir şey söylemedim. Sonra da arkamı dönüp gözlerimi kapadım.
Sabah uyandığımda yine kolları arasındaydım. Bu nasıl bir paradoks?
O da yeni uyanmış olmalıydı.
"Ne işin var burda? Ne ara yattın yanıma?" diyip kolları arasından kurtuldum.
"Sen uyudun. Benimde uykum geldi. Yattım işte."
Gözlerimi devirip yataktan kalkıyordum ki belimi kavrayıp geri yatırdı.
"Napıyosun?"
"Bugün senden bir şey isticem"
"Ne isticeksin?"
"Benimle bir yere gelmeni."
Hala koluyla belimi sarıyordu. Cevap vermeden kalkacaktım ki yine tuttu.
"Lütfen?"
Ha? Lütfen? Toprak ve lütfen ha? Hangi dağda kurt öldü acaba?!
"İyi tamam"
"Süpersin prenses."
Tövbestafurullah. Prenses? Toprak? Bana? Ahahahah.
Hazırlanıp evden çıktık. Kahvaltımızı dışarıda yapıp yola koyulduk. Nereye gideceğimizi bilmiyordum.
Bir süre sonra alışveriş merkezine gittiğimizi fark etmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİMİN KIRIKLARI
RomanceHer kalbin vardır alınması gereken kırıkları fakat kesmeye kıyamadığı...