7 ✠

3.7K 365 42
                                    

Oturduğum pufa iyice gömüldüm.

Gerçekten rahattı. Gülümseyip, elimdeki kitaba döndüm.

Ben kitaba dalmışken, odanın kapısı açıldı. Jin yüzü asık bir şekilde içeri girdi. En son bu odada konuşmamız üzerinden üç gün geçmişti, bir daha konuşmamıştık. Sanırım ikimizde olabildiğince erteleme peşindeydik.

"Bir sorun mu var?" dedim sakin bir sesle. Çok meraklı görünmek istemiyordum.

"Evet," dedi sadece.

"Anlatmak istersen falan,"

Gidip puflardan birini aldı ve tam karşıma, aramıza mesafe koyarak, koyup oturdu.

"Doktor az önce gördüğüm 'hayaller' hakkında konuşmamı istedi." dedi. Sinirli ve üzgün arasında bir duygu hali vardı.

Onu anlayabiliyordum. Aslında gerçek olan bir şey hakkında gerçek değilmiş gibi davranmak zor olsa gerek. Ablası hayattaydı ama o bunu kimseye söyleyemiyordu.

"Doktor, ablamın ölümünü kaldıramadığımı söyledi."

"Tamam, bence artık bu konuyu konuşsak iyi olur." Elimdeki kitabı kenara bırakıp, ona döndüm.

"Bence şimdilik ablanın yaşadığını kimseye söylemeyelim. Durumu öğrenmeden, birilerine söylemek ne kadar doğru bilmiyorum. Yani ablan bir şeyler planlanmış, bu belli. Eğer geri dönebilecek olsa, zaten sana görünmek yerine geri dönerdi." dediğim de Jin başını onaylar biçimde salladı "Yani bir süre araştıralım."

Kafasıyla onaylamakla yetindi.

"Pekii... Senin hiç şüphelendiğin bir durum yok mu? Yani ablanı en iyi sen tanırsın? Ne olmuş olabilir? Kötü bir şeylere bulaşmış olabilir mesela." dedim merakla.

Birden yüz ifadesi gerildi. Az önce gözlerinde bulunan hüzün gitmiş, yerini sert bir ifade almıştı.

Yanlış bir noktaya değinmiştim sanırım.

"Kötü bir şey yapmış olamaz. Ablam... Fazla iyi niyetliydi." dedi dişlerini sıkarak.

Gözlerinin içine tekrar baktım, hızla gözlerini kaçırdı.

Sanki bir şeyler biliyordu gibiydi. Ya da belki de bir şeylerden şüpheleniyordu. Daha fazla eşmek istesemde onu sinirlendirmiştim. Şimdilik bu konuyu kapatacaktım. Şimdilik.

"Tamam, üzgünüm. Ben şuan sana yardım etmek için elimden geleni yapıyorum."

Yüzünde ki sert ifade bir miktar yumuşadı "Bende üzgünüm."

Tek söylediği buydu. Oturduğu pufta iyice yayıldı.

"Basketbol oynamayı sever misin?" ani sorusuyla kaşlarımı çattım "Severim ama beceremem."

"Öyle mi? İstediğin de öğretebilirim. Önceden basketbol takımındaydım."

Neden böyle davrandığını merak ediyordum.

"Öğrenebileceğimi sanmıyorum." dedim iç çekerek. Basketbol temas oyunuydu. Temas demek, ben yokum demekti.

Kaşlarını çatıp bana baktı, sonra aklına yeni gelmiş gibi birden "Anladım." dedi.

"Okula gittin mi hiç?" tekrar sohbeti başlatan o oldu.

"İlk okul ve orta okul da gittim, liseye doğru evde eğitime başladım."

"Zor değil mi yani tek başına bir yerde tıkılıp kalmak?" ağzına her geleni sormak zorunda mıydı?

"Öküz olmak da zor olmalı," mırıldanarak konuştuğumda beni duymuştu ama devam ettim "Zor oldu ama ilk başlarda. Sonradan alıştım ve aslında kolay da oldu. Dışarıda insanlarla temas kurma fikri, beni evde kalmak konusunda ikna etti."

Anlayışla başını salladı.

Anlaması çok zor bir insandı. Ruh hali fazla değişkendi. Bir anı bir anını tutmayan tiplerdendi. Tamam bende öyleydim, bu konuda itirazım yok. Ben de dışarıdan böyle mi görünüyordum acaba?

"Hiç arkadaşın falan yok mu?" hala konuşmaya devam etmesi ve hala gıcık sorular sorması sinir bozucuydu.

"Bir iki arkadaşım oldu ama... Bir süre sonra sıkıldılar. Dışarı çıkamayan bir arkadaşı kimse istemez." dedim.

"Haklısın."

Ona hayretle baktım.

"Tam bir ayısın." ağzımdan çıkanlara mani olamamıştım ama artık çıkmışlardı. Bozuntuya vermedim.

"Ne? Ne dedin?" oturduğu yerde hafif dikleşti.

"Duyma problemi olan birine benzemiyorsun ama tekrar edeyim. Ayısın." üzerine basarak konuştuğumda ağzının kenarı kıvrıldı "Bunu söyleyen ilk kişisin." dedi.

"Son da olmam bu gidişle."

"Patavatsızsın değil mi?"

Gülüp, omuz silktim "Kaba olmaktan iyidir. Hem sende öylesin. Sorduğun sorular hiç kibar sorular değil."

"Üzgünüm, sana bir prenses gibi davranmak gerektiğini düşünmemiştim. Kendi ayakları üzerinde duran bir tipe benziyordun, içinden narin bir prenses çıkacağını düşünmedim."

Söyledikleri kaşlarımı daha da çatmama sebep olmuştu. Şimdi beni güçlü bir karakter gördüğü için mi böyle konuşmuştu?

"Prenses falan değilim." dedim ve yerimden kalktım.

"Az önce ki tavrından anlamıştım zaten," dedi ve taklidimi yaparak mırıldandı "Tam bir ayısın,"

Kitabı, raflara bıraktım.

Hala etkinlik saatiydi, yani başka odaya gitmeye izin yoktu. Bende gidip koltuklara oturdum. O ise hala yerde bekliyordu.

"Ablanı bulduğunda ona ne söylemek istiyorsun?" birden aklıma gelen şeyi yine ve yine düşünmeden söyledim.

Bir süre düşündü. Cevap vermeyeceğini düşündüğüm sırada ise konuştu "Aslında kafamda yüzlerce kez bunu düşündüm. Hayattaysa ve bir gün onunla yüz yüze gelirsem ne olacak diye defalarca kez düşündüm. Kızar mıydım, bağırır mıydım, ağlar mıydım... İnan hiçbir fikrim yok. Sanırım bunu o an göreceğiz."

"Göreceğiz derken?" dedim şaşkınlıkla. Biz olarak bahsetmişti.

"Evet, biz göreceğiz. Sende orada olmalısın. Artık bu işin içindesin. Biz bir ekibiz." dedi gülerek.

Biz bir ekibiz.

Dokunma fobisi olan, patavatsız kız.

Ölen ablasının -aslında hayatta olan- hayaletini her yerde gören ukala çocuk.

Çok iyi bir ekip olacaktık.

X X X



Aklını Kaybetme [SeokJin]✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin