9.BÖLÜM - YALANLAR HAYALLER MASALLAR

14.9K 1.2K 37
                                    

BORAN
Neyseki sonunda bir Japon tercüman bulmuştuk ve bugün Japonlarla resmi olarak imzalar atılacaktı.
“Araf, her şey hazır değil mi?”
“Hazır abi, sakin ol.” Dedi bunalmış bir şekilde.
Yaz’ı bir haftadır görmüyordum ve açıkçası neden birden uzaklaştığını anlamadım. O Buğra denilen herif gerçekten de var mıydı?

“Hoşgeldiniz.” Araf’ın sesi ile kendime geldim ve hızla yerimden kalktım.
"Hoşgeldiniz."
“Hoşbulduk.” Dediler onlar da kırık Türkçeleriyle.
Yerlerimize oturduk, tercümanlık yapacak kız da benle Araf’ın ortasındaydı. Barlas da benim yanımdaydı. Adamlar da karşımıza dizilmişlerdi.
Adamlar kıza bakarak bir şeyler söylediler. Kız da adını soyadını ardından da bir şeyler daha sıraladı.
“Ne sordular Ayça?”
“Benim kim olduğumu.”
Başımı salladım. Sonra adam bir şeyler daha söyledi ve cümlenin arasından Yaz’ı seçtim.
Kız bana döndü. “Yaz hanımı soruyorlar. Onun da burada olacağını düşünmüşler.”
Gözlerimi yumdum. “O şirketimizin çalışanı değil.”
Kız onlara çevirdiklerinde, adamların suratı asıldı. Yaz senin o çenenin kemiklerini ellerimle kıracağım.
“Ama onlar yine de onun burada olmasını istiyorlarmış. Çağırmanızı rica ettiler.”
Araf’a baktım, “Ara şunu gelsin.” Dedim.
“Ben niye arıyorum, senin nişanlın.”
“Si- lan arasana!”
“Banana abicim. Sen ara.”
Gülümseyerek masadan kalktım ve dışarı çıktım. Telefonumdan ‘Bayan Çene’ diye kaydettiğim kişiyi bulup, aradım.
Bir... İki... Üç... Dört...
Beşinci çalışta nihayet açabildi.

“Efendim.”
“Selam.” Dedim bıkkın sesle.
“Kimsiniz? Çıkaramadım.”
Havanı senin... Çıkaramamışmış.
“Boran, nişanlın.” Dedim sinirle. “Neredesin?”
“Ah, Boriş sen misin?” Boriş ne lan?
“Boran ben!”
“Her ne karın ağrısıysan, ne vardı?”
“Neredesin?”

“Buralardayım, tontiş. Sen nerelerdesin aslında. Özledin değil mi? Baktın bir haftadır benden ses çıkmıyor, tabi alıştın böyle hep etrafından olmama, bir an boş bırakınca arayım dedin. İyiymiş.”

“Hayır, bir haftadır çok huzurluydum. Fazla geldi. Japonlar illa huzurun kaçsın, çağır nişanlını dediler.”
“Ay benim tatlışlar mı orada?”
Bu kızın nasıl bir seslenme tarzı vardı lan.
“Evet, hemen gelmen lazım.”
Bir an durdu ve “Imm” diye sesler çıkardı. “Bir şartla!” dedi.
Of! “Allah kimseyi senin eline düşürmesin. Nedir şartın?”
“Pazar gününü benimle geçireceksin.”
Ne? Delirmişti...
“Delirdin mi sen?”
“Görüşürüz o zaman.”
“Dur, dur!” derin nefes aldım. “Yemek? Yemeğe ne dersin?”
“Tüm gün Boran Bey. Beğenirseniz. Ayrıca ben de sizinle Japonya’ya geleceğim.”
Ha siktir!
Ah bazen neler demek istersiniz de susarsınız işte.
“Peki baş belası, peki. Gel hemen.” Deyip, kapattım.

YAZ
Hah ve hah! Sonunda benim olacaksın demiştim sana, boşuna direniyorsun da demiştim. Sen benimsin bay kaslı canavar. Ay birden kendimi Yüzüklerin Efendisi’ndeki Smego gibi hissettim. O da öyle yüzüğü sahiplenmişti de, sonra Allah affetsin ne hale geldi. Aynada kendime baktım. Allah korusun, bu güzellikle tavlayamıyorum adamı, bir de o halde değil yüzüme bakmak, aynı şehirde durmaz benimle. Kılsız yaratık diye dünyanın öbür ucuna sürer beni.
Arabamın anahtarını aldım ve çıktım. Madem müstakbel nişanlı adayım beni çağırıyordu, bizde davete icabet ederiz. Tam çıkarken kapıda Sara ile karşılaştık.

“Ne haber kuzen?” diye seslendi.
“İyidir, nereye?”
“Sana geliyordum. Bir yerde kahve içelim diyecektim.”
“Ya Boran aradı beni, illa gel, yok özledim, bin ısrar bin yalvarış, ona uğrayacaktım yarım saat.” Tamam belki iş için çağırdı ama bu kadar bilgi onun için yeter.
“Boran mı sana bunları dedi?” neyine inanmıyordu anlamadım ki?
“Ne yani ben çağrılacak, özlenecek ya da yalvarılacak bir kız değil miyim? Ne demek şimdi bu? Ben anlamadım.”
“Ay tamam, motora sardın. Ya sorun sende değil o adamda. O adam ketum ya.”
“Ketum değil, ağır başlı bir kere.”
“Tamam her ne ise.”
“Bak ne diyeceğim, sen de gel benimle, benim oradaki işim zaten, yarım saat, sonra kahve içmeye gideriz.”

Biraz düşündü ve gülümsedi. “Tamam uyar.” Seni çakal! Tabi Barlas’ı da görme ihtimali var. Ben birazcık şu işe el atayım da, sizden bir halt çıkacağı yok.

SARA
Tamam kabul, onu görmek istedim. Acaba bu embesil, sapık ve gerizekalı kuzenimin öpücük ile ilgili saçmaladığı şey doğru olabilir miydi?
Ben de Barlas’ı bir kere öpsem anlar mıydım? Belki adam kötü öpüşüyordu da güzel seviyordu, o zaman ne olacaktı?
“Saçma ya!”
Yaz yoldan gözünü ayırıp bana baktı.
“Saçma olan ne kuzen?”
“Ben sesli mi düşündüm?”
“Evet.” Dedi sırıtarak.
“Ya şirkete gelmem saçma oldu. Ben arabada beklerim.”
Yüzünü buruşturdu. “Asıl bu saçma. Demezler mi ‘ne kadar ayıp, buraya kadar gelmiş, bi yukarı çıkıp selam atmadı. Hiç mi adap görgü bilmiyor bu kız? Hı demezler mi?”
“Yaz azıcık nefes al, boğulacaksın.”
Omuz silkti. Acaba umurunda mı?

BARLAS
Aklımı bir türlü toplantıya veremiyordum. Gerçekten de artık normal hayata dönmem gerekiyordu. Belki Boran haklıdır. Hayatıma biri girmesi gerekiyordu.
“Girebilir miyiz?” kapıdan gelen sesle o tarafa döndük. Yaz’ın arkasındaki Sara mıydı? Onun ne işi vardı.

Japonlar Yaz’ı görünce bir sevinç, bir mutluluk gösterisi yaptılar ki, sanırsın Cumhurbaşkanı teşrif etmiş.
Sara’yı tanıştırıyordu onlara. Kızın elini sıktıktan sonra, bana dönüp, baş parmaklarını kaldırdılar ve bozuk Türkçeleri ile bana “Güzel, güzel” dediler.
“İyi güzelse Allah sahibine bağışlasın.” Dedim sonra Ayça’ya eğdim kafamı, “Bunu çevirme.” Dedim.

Ayça bana bakıp, gülümsedi. “Tebrik ederim Barlas bey.”
“Af buyur neden?”
Sara’ya baktım, anlaşılan o da Japonca bilmiyordu. Çünkü o da Yaz’a bakıp soru soruyordu.
“Nişanlanıyormuşsunuz?”
“Ne? Ben mi?”
“Evet, O hanımefendi öyle dedi.”

Boran ile Araf kahkaha atarken, ben sinirli bakışlarımı Yaz’a çevirdim.
“Yaz sen ne saçmalıyorsun ya?”
“Canım bunlar öyle şeylere önem veriyorlar. Ben şimdi ne deyim, yolda buldum kızı getirdim mi? Ne saçma. En azından böyle bilirler ki, siz gerçekten aile kavramına önem veren kişilersiniz. Hem Japonya’ya hep birlikte gideriz fena mı?” dedi neşeyle.

Ben dehşetle gözlerimi açtım. Bu kız gerçekten çok tehlikeliydi, adamı uyurken değil, uyanıkken nikah masasına oturturdu.
“Pardon ben bir şey anlamadım. Ne oldu şimdi?”
“Bu senin çok ve GEREKSİZ konuşan kuzeni adamlara seni benim nişanlım olarak tanıtmış.”

“Ne? Yaz sen manyak mısın kızım?”
“Ay yuva yapanın yuvası olurmuş, ben kendi yuvamın derdindeyim.” Sonra Ayça’ya baktı. “Sen sarışın kay bakayım. Benim yerim orası.” Deyip, Boran’ın yanına yerleşti. Sara da el mahkum yanıma oturdu.
“Kuzenim adına özür dilerim.”

“Önemli değil, senin bir suçun yok.” Dedim ona bakarak. Ama hayatımın en büyük hatasını yaptım. Çünkü o da bana bakıyordu ve galiba gözleri çok ama çok güzeldi. Neydi rengi onun mavi mi yeşil mi? Okyanusun berrak suları gibiydi. Hani şu mavi mi yeşil mi olduğunu bilmezsiniz ve içine baktığınızda dibini görürsünüz. Bu kızın gözleri de öyleydi.
Arkadan gelen öksürük sesi ile hemen önüme döndüm.
“İçine düşseydin.” Diye homurdandı Boran.
O kadar mı bakmıştım ya.
Uzak dur Barlas, bu çene kuzenler tehlikeli...

ARAF
“Sen ciddi misin?” dedi gülerek.
Ben de hala gülüyorum.
“Barlas’ı görmen lazım, dumura uğradı. Ama düşündüğüm kadar da tepki göstermedi. Japonya’ya mutlaka onları da bekliyormuşlar. Bence toplantıda nişan olduysa, oradan nikahlı dönerler ben söyleyim.”

Sevi kahkaha attı. “Hiç şaşırmam. Yaz bu! Yengem havada kapmış amcamı. Bu anasının gözü, havada karada kaçış yok Boran’a.”
Kafamı kaşıdım. “Şey, şu Japonya işi olursa. Yani bir ay sonra gideceğiz büyük ihtimal. Diyorum ki acaba sen de gelir misin?”
Gülüşü soldu. Kötü mü bir şey mi demiştim?

“Bilmem. Kızlar gideceğini sanmam. Ailemiz izin verir mi ki?”
“Yani üçünüz olursanız bence sorun olmaz.”
“Tamam, eğer kızlar kesin gelecekse, gelirim ben de.”

Gülümsedim. Bu kız beni büyülüyordu. Kesinlikle farklıydı. Diğer kızlar gibi bana bağımlıymış gibi davranmıyor. Bu güveni beni ona çekiyor.

“O zaman hep birlikte Japonya’ya gidiyoruz.” Dedim onu kendime çekip, sardım.
Hiç beklemediğim bir şey oldu ve elleri belime dolandı. Rahat bir nefes verdim.
“İyi ki seni bırakmadım.” Dedim fısıltıyla.
“İyi ki...” dedi o da aynı tonda.

BİR ÖPÜCÜK MASALI  - MASAL SERİSİ I - FİNALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin